"Welatê Qedexe," Kürt halkının unutulmuş acılarına, Zîlan Vadisi’nin sessizliğinde yankılanan çığlıklara ve kültürel direnişine dair derin bir edebi yolculuk.

Kitaplarla kurduğum bağ, bazen dünyanın gürültüsünden kaçıp sığındığım bir liman gibidir. Günlük hayatın karmaşası, bitmek bilmeyen gündemin ağırlığı arasında boğulan ruhuma nefes aldıran, gecenin sessizliğinde doğan o büyülü dünyalar olur. Ancak o gece, elimde tuttuğum kitap sıradan bir roman değildi. Kürtçe yazılmış "Welatê Qedexe", bir hikâye anlatmanın çok ötesinde, yüreğimin derinliklerine dokunan bir ağıta dönüştü. Mahmut Çelebi’nin usta kaleminden süzülen bu eser, yıllardır duyduğum ama böylesine derin hissetmediğim Zîlan Vadisi'nin trajedisini, acı ve umutla yoğrulmuş bir destan olarak yeniden inşa etti. Her okuduğum satırda zaman yitip gitti, geceler kısaldı.

"Welatê Qedexe,"yalnızca bir roman değil; Kürt halkının tarihî belleğini taşıyan, acıların ve direnişin yankılandığı bir eser. Zîlan Vadisi’nin sessizliğinde saklanan çığlıklar, toprağa kazınmış hatıralarla birleşirken, bu unutulmuş trajedi, okuru tarihin derinliklerine çekiyor. Çelebi, yalnızca bir halkın tarihsel acılarını değil; vadinin her taşında, her rüzgârında yankılanan umutları, direnişin fısıltılarını da okurla paylaşıyor. Kitabın her satırında o bastırılmış hatıralar, halkının unutturulmaya çalışılan geçmişi bir ağıt gibi yankılanıyor. 

Bu topraklar sayısız trajediye tanıklık etti; fakat bu acıları hakkıyla anlatabilen eserler azdır. Mahmut Çelebi’nin "Welatê Qedexe"si, geçmişin derin yaralarını ve bir halkın kimlik mücadelesini gün yüzüne çıkaran, adeta Kürt halkının kolektif hafızasını canlandıran bir edebi belge. Bu roman, bir halkın acılarını ve yok edilmek istenen dilini savunma çabasıyla yazılmış bir direniş manifestosu gibi. Zîlan Vadisi’nin sessizliğinde kaybolan, adını yalnızca fısıltılarda bulan kayıp hayatlar, Çelebi’nin sayfalarında yeniden dile geliyor. 

Zîlan Vadisi'nde yaşananlar, bireylerin gözünden anlatılıyor ve bu bireysel acılar, toplumsal hafızaya dönüşerek okurun zihninde derin izler bırakıyor. Pîrika Rihan’ın tandır başında döktüğü gözyaşları, yalnızca bir annenin acısını değil; tüm halkın yitip giden değerlerine, umutlarına, hayallerine sessiz bir ağıt yakıyor. Rihan’ın şu sözleri, kayıpların ağırlığını tüm çıplaklığıyla dile getirir: “Bûka min, delala min, li ber xwe bide. Tu êşiyayî ji min re bibêje” (Gelinim, canım; kendini ver. Acını benimle paylaş).

Çelebi’nin eseri yalnızca trajediyi anlatmıyor; aynı zamanda bir halkın yasaklara karşı verdiği sessiz direnişi, kültürel mirasını koruma çabasını da derinlemesine işliyor. Zîlan Vadisi'nin taşlarına kazınan bu acılar ve umutlar, okurun kalbine sessizce işleniyor. Dil ve kültür, halkın varlığının en önemli temelleri olarak ele alınıyor. Yazarın şu sözü, bu direnişin önemini vurgular nitelikte: “Hebûn û xwebûn bi çandê dibe hebûn û xwebûn” (Var olmak ve var kalmak, kültürle mümkündür).

Vadinin sessizliğinde büyüyen, her biri birer direniş sembolüne dönüşen karakterler, Çelebi’nin halkına duyduğu derin bağlılığın simgeleridir.  Zînê’nin kayıplara duyduğu özlem, Pîrika Rihan’ın umudu yeniden inşa etme çabası ve Xelo’nun sessiz cesareti, halkın kimliğine ve kültürel değerlerine sahip çıkma kararlılığını simgeler. Zînê’nin acı dolu yakarışı, bu kaybın gerçekliğini okurun yüreğine işler: “Elî, te çawa kezeba min şewitand, ax bira ax!”(Alî, sen nasıl yaktın benim kalbimi, ah kardeşim ah!).

Mahmut Çelebi, "Welatê Qedexe" ile sadece bir hikâye anlatmıyor; okura geçmişin izlerini hatırlatıyor ve bu izlerin kaybolmasına karşı bir direniş çağrısı yapıyor. Vadinin her taşında saklı olan hikâyeler, okuru tarihin karanlık sayfalarına çekerken, geleceğe dair umutların yeniden yeşermesi için bir tohum ekiyor. Çelebi, toprakların acılarını sessizce taşıyan taşları konuşturuyor; halkının kaybolan seslerini tarihin derinliklerinden çıkarıp bugüne taşıyor.

Bu eser, Kürt halkının acılarını, içinde yeşeren direnci, kültürel belleği ve yasaklara karşı gösterilen sessiz direnişi dile getiriyor. Doğa, bir hatırlama mekânı olarak, halkın hatıralarını içinde saklayan sessiz bir tanık hâline geliyor. Zîlan Vadisi’nin her çiçeği, her taşı, birer umut ve direniş simgesi olarak parıldıyor. Çelebi, doğanın tanıklığına ses vererek, vadinin sessiz tanıklarını konuşturuyor.

Kitap, özellikle Zîlan Katliamı ve sonrasındaki sürgünleri, halkın yaşadığı kimlik ve kültürel bellek kaybıyla birlikte işliyor. Sürgün, sadece fiziksel bir göç değil; aynı zamanda rüyalarından, atalarından ve kimliğinden koparılan bir halkın dramatik mücadelesi olarak betimleniyor. Dağlarından sökülüp belirsizliğe sürüklenen halk, Çelebi’nin kaleminde şu sözlerle hayat buluyor: “Ji çîyayên xwe hate xistin, çavên wan ji hêviyan, ji cîran û miriyan vedivetiye.” (Dağlarından koparıldılar, gözleri rüyalardan, komşularından ve ölülerinden uzaklaştı).

Sonunda, Çelebi’nin yarattığı karakterler arasında Mizgîn, sürgün ve kaybın ardından yeni umutlar inşa eden bir sembol olarak öne çıkıyor. Mizgîn, geçmişin acılarından güç alarak geleceği yeniden inşa etmeye adanmış bir figürdür. Çelebi, onun hikâyesiyle halkının belleğinde filizlenen direnişi okura sunuyor: “Mizgînê bi jiyanê qurban dikir. Ew jiyanê dê li xwedîlê, wek gulek bi hêviya nû bigerîne.” (Mizgîn, yaşamını adardı. O, hayatı yeni bir umutla yeniden yeşertecekti).

"Welatê Qedexe," Kürt halkının acılarla yoğrulmuş direnişini ve kimlik mücadelesini destansı bir anlatıya dönüştürüyor. Bireysel hikâyelerle toplumsal hafızada yankılanan bu izler, okura sadece geçmişin değil, aynı zamanda bugünün ve geleceğin sorumluluğunu hatırlatıyor. Bu eser, Kürt edebiyatında bir direniş ve hatırlama manifestosu olarak tarihin sessiz tanıklığını bugüne taşıyor. Kitabın tamamını bu satırlara sığdırmak elbette mümkün değil, ben sadece okuduğum kadarıyla bir yorum getirdim Welatê Qedexe adlı kitaba.  Ana teması sürgünler olan bu kitabı herkesin okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. Bir sonraki kitap önerimde buluşmak üzere, güzelliklerle kalın...