Ortadoğu’da barışın anahtarı, Kürtlerin haklarını tanıyan kapsayıcı bir çözümde yatıyor. Türkiye bu denklemi kurabilir mi?
Ortadoğu, tarih boyunca etnik ve dini çatışmaların merkezi olmuş, birçok kültürün ve kimliğin iç içe geçtiği karmaşık bir coğrafya olarak şekillenmiştir. Bu bölgenin en çetrefilli konularından biri de Kürt sorunudur. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de yaşayan milyonlarca Kürt, bu ülkelerin kendine özgü politikaları nedeniyle uzun yıllardır baskı, ret ve inkâr politikalarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Kürtlerin kimlik, dil ve kültürel haklarına yönelik sınırlamalar, kalıcı barış umutlarını zayıflatmakta ve sorunun çözümünü giderek daha karmaşık hale getirmektedir.
Kürtlerin ulusal taleplerine yönelik yaklaşımlar yalnızca bu dört ülkeyi değil, tüm Ortadoğu’nun geleceğini şekillendirebilecek bir mesele olarak öne çıkmaktadır. Barışçıl ve kapsayıcı bir çözüm üretilmediği takdirde, Ortadoğu'da daha derin çatışmalara zemin hazırlanmaktadır.
1. Bölgesel Çatışmalar ve Güç Dengeleri
Ortadoğu'daki çatışmalar sadece yerel dinamiklerle değil, aynı zamanda küresel güçlerin müdahaleleriyle giderek karmaşık hale geliyor. İsrail, Hamas ve Hizbullah gibi aktörler arasındaki savaşlar, bölgedeki güç dengelerini sürekli olarak yeniden şekillendiriyor. Özellikle İsrail ile İran arasındaki gerilim, bölgeyi yeni bir savaş dalgasına sürükleme potansiyeline sahip. Son yıllarda yaşanan Suriye iç savaşı ve Irak’taki istikrarsızlık gibi gelişmeler, bu gerilimi daha da derinleştirdi. Türkiye, ABD ve Rusya gibi bölgesel ve küresel güçler de bu süreçte kendi çıkarlarını koruma amacıyla çeşitli müdahalelerde bulunuyor.
Suriye’deki savaştan sonra fiilen oluşan sınır değişiklikleri, Kürtlerin bu yeni jeopolitik denklemdeki konumunu güçlendirdi. Örneğin, Kuzey Suriye’deki Kürtlerin kontrol ettiği bölgeler, Ortadoğu’daki yeni güç dengelerinde dikkat çeken bir unsur haline geldi. Bu durum, bölgedeki tüm ülkeler için bir istikrar testi olarak değerlendirilebilir.
2. Kürtler ve Bölgedeki Hegemonik Boşluk
İran’ın Şii eksenli etkisinin zayıflamasıyla, bu boşluğun nasıl dolacağı büyük bir soru işareti haline gelmiş durumda. Kürtlerin genç, dinamik ve örgütlü yapısı, bu boşluğu doldurabilecek bir güç olarak öne çıkıyor. Örneğin, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin bağımsızlık referandumu girişimi, Kürtlerin ulusal taleplerinin ne kadar güçlü olduğunu gözler önüne sermiştir. Kürtler, kendi özerkliklerini ve kültürel haklarını koruyabilmek adına bölgedeki güç dengelerinde önemli bir aktör olarak yer almak zorunda olduklarının farkında.
Türkiye de bu denklemde önemli bir aktör. Ancak Türkiye’nin bu açığa müdahil olabilmesi, içte ve dışta Kürtlerle sağlanacak barış ortamına bağlı. Türkiye, hem Kürt sorununu çözme yolunda adımlar atarak iç barışı sağlamak hem de bölgedeki stratejik konumunu güçlendirmek zorunda. Kalıcı bir çözüm sağlanmadığı takdirde, Türkiye'nin bölgesel etkisi sınırlı kalabilir.
3. Türkiye’de İç ve Dış Barışın Önemi
Türkiye'nin bölgesel bir güç olarak Ortadoğu’da sağlam bir yer edinmesi, Kürt halkıyla iç ve dış barışın sağlanmasına ve Kürtlerin haklarının anayasal güvence altına alınmasına bağlı. Türkiye, iç barışı sağladığı ve bölgedeki Kürtlerin doğal haklarını güvence altına alan bir yaklaşımla hareket ettiği takdirde, bölgesel konumunu daha güçlü bir zeminde inşa edebilir.
Günümüzde, Kürtlerde ulusal aidiyet ve milliyetçilik duyguları giderek güçlenmiştir. Kürt halkı, özellikle Irak Kürdistanı’ndaki liderlerin bireysel çıkarlarının ötesinde, tüm Ortadoğu’daki Kürtlerle ulusal bir birlik ve dayanışma duygusuna sahip. Ancak bu aidiyet duygusu, komşu halklarla barışçıl bir ortak yaşam arzusu ile birleştiğinde, kalıcı bir barış için önemli bir temel oluşturabilir.
Türkiye, Kürtlerle olan tarihsel bağlarını ve onların ulusal haklarını tanıyarak, Kürtlerle onurlu bir barış tesis etmek için adımlar atmalıdır. Bu adımların başarısı, yalnızca Türkiye’nin iç barışını sağlamakla kalmayacak; aynı zamanda Ortadoğu’da istikrar sağlayıcı bir aktör olarak Türkiye’nin rolünü güçlendirecektir. İç barışa yönelik olumlu söylemler gündemde olsa da, bu söylemlerin somut adımlara dönüşüp dönüşmeyeceği belirsizliğini koruyor. Eğer bu barış süreci, Kürt halkının hak ve özgürlüklerini anayasal düzeyde güvence altına alacak bir yaklaşımla ilerletilirse, Türkiye gerçek anlamda demokratik bir barış ortamı sağlayabilir.
4. Geçmişten Günümüze Kürt-Türk İttifakları
Kürtler ve Türkler, tarih boyunca Malazgirt Meydan Muharebesi, Çaldıran Savaşı ve 1918-1923 yılları arasında Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde üç önemli ittifak kurdular. Ancak bu ittifaklar, çoğu kez Kürtlerin hak kayıplarıyla sonuçlandı ve Kürtler açısından hayal kırıklığı yarattı. Günümüzde ise geçmişin bu ağır yükünü taşımak yerine, yeni bir anlayışla hareket edilmesi; iki halkın eşit haklara dayalı, onurlu bir gelecek kurabilmesi için gereklidir.
İdeolojik çatışmalardan ziyade halkların ortak çıkarlarını gözeten bir politika, bölgenin barışı için en akılcı yol olacaktır. Geçmişin acı tecrübelerini tekrarlamadan, Kürt halkının haklarını tanıyan ve kimliklere saygı gösteren bir barış süreci ile Türkiye, bu zorlu süreci aşabilir ve Ortadoğu’da demokratik bir ülke konumunu güçlendirebilir. Bu barış sürecinin adresi ise İmralı’dır; çünkü kiminle kavgalıysanız, onunla barış yapmanız gerekir. Unutmamak gerekir ki savaşların kazananı yoktur, ancak barışların kazananı çoktur.
Sonuç olarak, Türkiye'nin ve tüm Ortadoğu'nun geleceği, Kürt meselesine yönelik kapsayıcı, adil ve kalıcı bir çözüm geliştirilmesine bağlıdır. Bu coğrafyada barışı sağlamak, yalnızca devletlerin değil, halkların da iradesiyle mümkündür.
Her pazar görüşmek üzere, hoşça kalın.