Kadına yönelik şiddet, coğrafyamızda feodal, aynı zamanda din ideolojisi baskısıyla derinleşiyor. Şiddetin ardındaki bu yapılar nasıl çözülür?

Kadına yönelik şiddet, Türkiye’nin genelinde olduğu gibi,  coğrafyamızda da en acil toplumsal sorunlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women) verilerine göre, dünya genelinde her 3 kadından 1’i yaşamları boyunca fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyor. Türkiye’de ise, TÜİK 2020 Kadına Yönelik Şiddet Raporu verilerine göre, kadınların yaklaşık %38’i yaşamlarının bir döneminde fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmış durumda. Bu oran, Kürdistan coğrafyasındaki feodal yapının baskın olduğu bölgelerde daha da yüksek olup, şiddet vakalarının %50’lere kadar çıktığı tahmin ediliyor.

Küdistan toplumunda kadına yönelik şiddeti anlamak için, üçlü bir kıskacın; feodal yapı, dini söylemler ve  dini ideolojik baskıların toplumsal yapıyı nasıl şekillendirdiğini anlamak gerekir. Bu yapıların her biri, kadınları baskı altında tutan, onları "ikinci sınıf" insan olarak konumlandıran ataerkil zihniyeti beslemektedir.

Feodal Yapının Kadına Bakışı ve Sosyolojik Etkiler


Feodal yapının hâkim olduğu  coğrafyamızda, kadınlar çoğunlukla "aile" ve "namus" kavramlarıyla sınırlı toplumsal roller üstlenir. Kadın, toplumsal kimliğini büyük ölçüde aile içindeki rollerle tanımlamak zorunda bırakılır.  Sosyolog Deniz Kandiyoti’nin "Ataerkil Pazarlık" teorisine göre, kadınların ataerkil yapılarda yaşadıkları toplumsal roller, sınırlı bir şekilde toplumsal itaat ve ailenin namusunu koruma üzerine kuruludur. Kadınlar bu rolleri sorguladığında ise namus kavramı devreye girer ve itaat etmeyen kadınlar şiddetle bastırılır.

Feodal yapılarda kadının ev dışında toplumsal hayata katılması sık sık engellenir ve kadınlar ekonomik bağımsızlıktan mahrum bırakılır. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından 2022 yılında yapılan araştırmaya göre, Türkiye’de kadınların sadece %34’ü ekonomik olarak bağımsızdır. Kürtdistan  bölgelerinde ise bu oran daha da düşüktür; kadınların yalnızca %15-20’si  iş gücüne katılabilmektedir. Ekonomik özgürlüğe sahip olmayan kadınlar, şiddet gördüklerinde bağımsız bir yaşam kurmakta zorlanır ve genellikle şiddet gördükleri evliliklere geri dönmek zorunda kalır. Bu nedenle, kadına yönelik şiddetin yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda ekonomik şiddet boyutuyla da ele alınması gerekir.

Dinin Yanlış Yorumlanması ve Psikolojik Etkiler


Kadına yönelik şiddetin temelini oluşturan bir diğer önemli unsur ise dini söylemlerin yanlış yorumlanarak kadın üzerinde baskı aracı olarak kullanılmasıdır. İslamiyet, kadın ve erkeği eşit haklara sahip bireyler olarak görürken, feodal ve ataerkil yapılar dinin bu mesajını çarpıtarak, kadının erkeğe tabi olması gerektiğini savunan bir anlayış geliştirmiştir. Türkiye Aile Yapısı Araştırması (2021) verilerine göre, Türkiye genelinde dini referanslarla meşrulaştırılmaya çalışılan şiddet vakalarının %65'i, kadının "itaat etmeyen" olarak damgalandığı vakalardır.

Dinin yanlış yorumlanarak kadının ev içi rolleriyle sınırlandırılması, kadını sadece erkeğe hizmet eden, çocuk doğurmakla yükümlü bir varlık olarak görme anlayışını pekiştirir. Bu anlayış, kadınların psikolojik olarak baskı altına alınmasına ve kendi varlıklarını sorgulamalarına neden olur. Psikiyatrist Murat Paker’in araştırmalarına göre, uzun süreli baskı ve şiddete maruz kalan kadınlarda depresyon, kaygı bozukluğu ve travma sonrası stres bozukluğu yaygın olarak görülmektedir. Coğrafyamızda kadınlarının içinde bulunduğu sosyokültürel yapı, bu psikolojik sorunları daha da derinleştirmektedir; zira bu bölgelerde kadınlar çoğu zaman yalnız kalma korkusu, boşanma sonrası toplum tarafından dışlanma korkusu ve ekonomik yetersizlikler yüzünden şiddeti kabullenmek zorunda bırakılır.

İdeolojik Baskılar ve Kadınların Toplumsal Statüsü


Kadına yönelik şiddetin arka planında bulunan ideolojik baskılar, tarikatlar ve cemaatler gibi dini yapılanmalar aracılığıyla da kadının toplumsal hayattan dışlanmasına neden olur. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre, 2023 yılında Türkiye genelinde 340 kadın öldürüldü ve bu kadınların %61'i boşanmak ya da ayrılmak istedikleri için öldürüldü. Bu, kadınların bireysel haklarını kullanmak istediğinde bile nasıl tehlikede olduklarını gösteriyor.

 Coğrafyamızda, özellikle kırsal bölgelerde, kadının kamusal hayata katılımı oldukça sınırlıdır. Tarikatlar ve cemaatler, kadını toplumsal hayattan dışlayarak sadece "evin kadını" rolünü benimsetmeye çalışır. Kadınlar bu ideolojik baskılar altında, erkeğe mutlak itaat etmeye zorlanır. Boşanma, aileden kopma veya kendi hayatını kurma gibi adımlar ise büyük bir cesaret gerektirir çünkü bu adımlar hem aile hem de topluluk tarafından kabul edilmez.

Kadına Yönelik Şiddetin Ekonomik ve Hukuksal Boyutu


Kadına yönelik şiddet, ekonomik bağımsızlıkla doğrudan ilişkilidir. Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi (KEİG)’nin 2022 yılında yayımladığı raporda, Türkiye’deki kadınların %41’inin aile içi şiddet gördüğü ve şiddete maruz kalan kadınların büyük bir kısmının ekonomik özgürlüğe sahip olmadığı belirtilmiştir. Bu nedenle, kadına yönelik şiddet vakalarında kadınların ekonomik olarak güçlendirilmesi, şiddetten kurtulma olasılıklarını artırmaktadır.

Bunun yanı sıra, hukuksal açıdan Türkiye’de kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik birçok yasal düzenleme yapılmıştır. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli bir hukuksal çerçeve sunarken, 2021’de Türkiye’nin bu sözleşmeden çekilmesi, kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli bir darbe olarak değerlendirilmektedir. Kadın Dayanışma Vakfı’nın yaptığı araştırmaya göre, Türkiye genelinde şiddet gören kadınların sadece %11'i hukuki yardım talep edebilmekte, bu oran Kürt coğrafyasında ise daha da düşüktür.

Kadına Yönelik Şiddete Karşı Çözüm Önerileri


Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için sadece bireysel değil, toplumsal bir mücadele gereklidir. Bu mücadelenin temelinde, feodal yapıların, dini söylemlerin yanlış yorumlanmasının ve ideolojik baskıların etkisini ortadan kaldıracak bir toplumsal dönüşüm yer almalıdır. Birleşmiş Milletler Cinsiyet Eşitliği Gelişim Endeksi’ne göre, Türkiye cinsiyet eşitliği konusunda 156 ülke arasında 124. sırada yer almakta, bu da toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik çalışmaların daha da derinleştirilmesi gerektiğini göstermektedir.

Toplumda kadının rolünü yeniden tanımlamak, ekonomik olarak güçlendirilmesini sağlamak ve şiddetin her türlüsüne karşı sıfır tolerans politikaları geliştirmek gerekmektedir. Kadınların yalnızca ev içinde değil, kamusal ve ekonomik hayatta da yer almaları sağlanmalı ve hukuksal korumalar güçlendirilmelidir. Bu mücadeleye erkeklerin de dahil olması gerektiği unutulmamalıdır; zira cinsiyet eşitliği toplumsal bir sorumluluktur.