Gazetecilik mesleğime olan sarsılmaz bağlılığım ve özgür ifadeye olan derin inancım, yazdığım her kelimenin temelini oluşturuyor. Gazeteciliğimi ve yazılarımı takip edenler bilirler ki, ne çete baskısına ne de iktidarın ehlileştirme politikalarına boyun eğmedim. Cezaevinde yattım, işkence gördüm, ölümle tehdit edildim ama asla geri adım atmadım. Yazılarım, direnişimin, mücadelemim ve özgürlüğümün bir parçasıdır.

Bugün kaleme aldığım yazıda da bu özgürlük ruhuyla hareket edeceğim. Bir önceki yazımdan DEM Parti'nin aday belirleme sürecine dair bir yazı kaleme aldım. Bazıları tarafından taraf olmakla itham edildi, kimileri tarafından ise savunma aracı olarak kullanıldı. Ancak açıklamak isterim ki yazımda herhangi bir bireysel saldırı ya da kişisel eleştiri bulunmamaktadır.

Yazımda, seçim sürecinde sahayı terk eden aday adaylarına genel bir bakış açısıyla yaklaştım. Ben kimsenin tarafında değilim, ilkesel değerlerime bağlıyım. Ajans 65 TV'de düzenlediğimiz programda aday adaylarına, "Seçilen arkadaşınız olursa tavrınız ne olacak?" diye sordum. Her biri, "Seçilen arkadaşımıza belediye eşbaşkanlığına seçilene kadar destek olacağız" dedi. Ancak seçimler sonrası bazı aday adaylarının sahayı terk ettiğini gördüm. Bu, eleştiri yapmam için yeterli bir gerekçeydi.

Bugünkü yazımın asıl konusu, iktidar mücadeleleri ve bu mücadelelerin gölgesinde toplumun odaklanması gereken, hukuk dışı uygulamalar ve cezaevlerindeki tecrit politikalarıdır. Ne yazık ki, hukukun askıya alındığı ve iktidarın Demokles'in kılıcı gibi kullanıldığı bir dönemde, bu konular her bireyin sorumluluk alanına girer. Ancak halk oylaması sonrası bazı bölgelerde yaşanan iktidar tartışmaları, bazı bireyleri vicdani ve ahlaki sorumluluklarından uzaklaştırdı.

Eğer bu ülkede ve yerelde adil bir yönetim inşa etmek istiyorsak, demokrasiyi bilincimizde yaşatmalı, demokrasi mücadelesinin etrafında kenetlenmeliyiz. İktidar kavgalarından uzak durarak, iktidarı reddeden bir yönetim anlayışını benimsemeliyiz. Unutulmamalıdır ki, ahlaki değerlere bağlılık önemlidir. Eğer bir kadına yönelik kabul edilemez hakaretler yapılmışsa, bu hem o kişiye hem de toplumsal ahlaka yapılmış bir saldırıdır.

Bu tür davranışlar, egemen ve iktidar odaklı erkek anlayışı tarafından kışkırtılabilir ve bu durumda kadınların da hassas davranmaları gerekmektedir. Genel olarak yaşanan toplumsal gerçeklikler, ahlaki ve politik direnişin önemini vurgulamaktadır. İktidar anlayışı toplumsal kuralları yıkarken, kendi kurallarını dayatır. İnsanlık tarih boyunca, iktidar ve devlet hukukunun sorunları çözmediğini, aksine derinleştirdiğini görmüştür. Bu nedenle, iktidarın bireyi zehirleyebileceğini ve doğru bilgiden saptırabileceğini akılda tutmalıyız.

Narin Güran Cinayetinde Keşif Görüntüleri Ortaya Çıktı Narin Güran Cinayetinde Keşif Görüntüleri Ortaya Çıktı

Toplumsal ahlak ve iktidar hukuku arasındaki temel çatışmayı vurgulamak istiyorum. Toplumsal ahlak, insanın özgür yaşam ilkelerini düzenlerken, iktidar hukuku mülkiyet ve egemenlik ilişkilerini düzenler. İktidar çatışması içinde olan bireylerin tutum ve duruşları, ahlaki eylem gerekliliği altında yeniden tartışılmalıdır. Zerdüşt’ün “İyi düşün, doğru söyle, güzel yap” sözleri, ahlaki temellere dayalı politik kişilikle faşizm ve gasp edilen iradeye karşı duruşun ilkesini ortaya koymaktadır. Sonuç olarak, bu yazımda, genel toplumsal gerçekliklere odaklanmak istedim. Ahlaki-politik olarak direnmeyen özgür olamaz. Özgürlük hayalini hedeflemek için bireyin içindeki iktidar hırsına direnmesi ve yenmesi gerekir.

Editör: İdris YILMAZ