Yüzlerce yıl öncesine dayanan tarihi boyunca, Van Gölü'nün suları, Urartuların başkentini yansıtırdı. Şehirdeki her taş, her sokak, bir zamanlar bu gölün kıyısında ticaret yapan, savaşan ve barış yapan medeniyetlerin izlerini taşıyordu. Göl, zaman içinde sadece bir su birikintisi olmaktan çıktı ve birçok medeniyetin kalbinde yer aldı. Ancak onun sunduğu bu zenginliklere rağmen, Van Gölü'nün suları artık acıyla karışıktı.
İDRİS YILMAZ/AJANS65.COM
İnci kefali, gölün en özel sakinlerindendir. Bu endemik tür, üreme mevsimi geldiğinde tatlı sulara doğru yolculuk eder, önüne çıkan engelleri uçarak aşardı Gün batımında ise gümüş rengini alan derin göllerde dansını sürdürürdü. Göl, aynı zamanda çeşitli kuş türlerini ağırlıyor, onlara sığınak ve beslenme alanı sunuyordu. Flamingolar, martılar, pelikanlar; hepsi bu eşsiz gölün güzelliklerinden nasibini alıyordu. Adeta dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen yüzlerce tür kuşun ev sahibiydi. Havzasında barındırdığı besin türleriyle kuşları besler göç mevsimleri geldiğinde yeniden uğurlardı. Böylesine cömert olan Van Gölü sadece kuşlara değil çevresine yaşayan insanlarında önemli bir geçim kaynağı olmuştu.
Ancak, zaman geçtikçe, göl yüzeyindeki dalgalanmalar tebessüm eden bir çocuğun yüzünün düşmesi gibi renk değiştirmeye başlıyordu. Göl, bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyordu. Yağış miktarının azaldığını, kıyılarından yavaş yavaş uzaklaştığını fark ediyordu. Yılladır ekonomik ve görsel olarak beslediği insanların duyarsızlığı yüzünden kirleniyor, endemik türleri tehlike altında kalıyordu. İnci kefali, kirlenen sularda hayatta kalmak için mücadele ediyor, üreme döngüsü bozuluyordu.
Bir gün, gölün kıyısında yaşlı bir adam belirdi. Gözleri gölün sularına daldı ve iç geçirdi. "Nedir bu Van Gölü’nün biz insanlardan çektiği?" diye düşündü. Gölün kıyısında oturup, gölün geçmişteki ihtişamını hatırladı. Akdamar Adası’ndaki Kutsal Haç Kilisesi'nin silüeti, Ermeni kültürünün izlerini taşıyordu. Fiziken yaşlı ancak ruhen genç olan bu yaşlı adam, Van gölü ve çevre için mücadele eden bir avuç çevreciden sadece biriydi. Emekli maaşını hacırahı yapıp nerede bir ekolojik kıyım varsa oraya koşar basını alır ve bu ekolojik kıyıma dikkat çekerdi. Aynı zamanda Van Gölü’nün çevresinde dolaşır belediyeler ve maden ocaklarının duyarsızlığıyla kavga ederdi. Gördüğü her ekolojik kıyıma, "Bu bir vahşettir bu bir felakettir. Bu göl, bizim mirasımızdır. Hem doğal hem kültürel zenginlikleriyle korunmalıdır," ifadelerini vurgulardı. Bu adam yıllardır tanıdığımız Ali Kalçık ve çevreci arkadaşlarıydı.
Göl, her geçen gün biraz daha çözülüyor, can çekişiyor olmasına rağmen göl kıyısındaki belediyeler, kıyı mevzuatını ve ilgili yönetmenliği görmemezlikten gelip gölün kıyılarını inşaat ve asfalt molozlarıyla dolduruyordu. Ancak Bazi Aslan, Ali Kalçık, Arzu Dinçer, Bahattin Demir, Esat Savcı, Çev-Der, Zilan Ekoloji Platformu, Medya ve Hukuk Derneği’nin Van Gölü için mücadelesi henüz yeni başlıyordu. Van Gölü’nü ve doğayı etkileyen her türlü yaptırma karşı baş kaldırmış çevreci insanların desteğini alarak mücadelelerini güçlendiriyorlardı Onlar için ekolojik mücadele yer yüzündeki bütün canlıların yaşam hakkını savunan bir mücadeleydi. Bu insanlar Van gölünün çığlığını duyuyor, gölün eski ihtişamına kavuşması için çalışıyorlardı.
Belki de bir gün, Van Gölü'nün suları, yine tarihi ve kültürel zenginliklerini yansıtacak; inci kefalleri dans edecek; dik kuyruklar, sazlıklarda özgürce yaşayacak ve kuşlar, göğü süsleyecekti. Ancak bu, sadece bireylerin ve toplumun doğaya olan sorumluluk bilinciyle mümkün olacaktı. Bu ekolojik ve çevreci bilinç, gölün sadece fiziksel değil, ruhsal olarak da iyileşmesinin anahtarıydı.