Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan itibaren devlet, “ulus-devlet” anlayışı çerçevesinde kimlik politikalarını şekillendirdi. Ancak bu süreç, çoğunlukla Türk kimliğinin merkeze alınması ve diğer tüm etnik ve kültürel kimliklerin marjinalize edilmesi üzerine kurulu bir yapı olarak gelişti. Bu kimlik politikaları bağlamında Kürt kimliği, devlet tarafından çoğu zaman bir tehdit unsuru olarak değerlendirildi. Devletin, toplumsal birlik ve bütünlüğü koruma adına aldığı birçok tedbir, Kürtlerin siyasi, kültürel ve sosyal varoluşuna sınır koymaya yönelik bir yaklaşım içeriyordu. Bugün Kürt illerinde uygulanan kayyum politikaları, bu tarihsel sürecin güncel ve somut bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor.
Kürt Kimliği ve Siyasi Temsil Hakkı
Kürt halkı, siyasi temsilde en temel haklardan biri olan demokratik irade hakkını kullanırken ciddi kısıtlamalarla karşı karşıya kalmaktadır. Devletin kayyum politikasıyla benimsediği yaklaşım, “ancak benim izin verdiğim ölçüde kimliğini yaşayabilirsin” anlayışını yansıtmakta ve Kürtlerin kolektif varoluşunu yalnızca devletin sınırları içinde tanımaya yönelik bir çerçeveye oturtmaktadır. Yerel seçimlerde halkın kendi yöneticilerini seçmesi demokratik bir toplumun en temel ilkesiyken, kayyum atamalarıyla halk iradesi devre dışı bırakılmakta ve bu temsil hakkı sistematik olarak ihlal edilmektedir. Bu ihlal, yalnızca Kürt halkının siyasi iradesine yönelik bir müdahale değil; aynı zamanda evrensel insan hakları ilkelerine de aykırıdır.
Kayyum Politikalarının Kürt Toplumu Üzerindeki Sosyal ve Psikolojik Etkileri
Kayyum politikaları, Kürt toplumu için yalnızca bir idari tedbir değil; kimliğin ve iradenin devlet tarafından reddedilmesi anlamına gelmektedir. Seçimle işbaşına gelen belediye başkanlarının yerine merkezi yönetim tarafından atanan kayyumların göreve gelmesi, Kürt halkının kendini “yabancılaşmış” ve “sistem dışı” hissetmesine yol açmaktadır. Bu yabancılaşma, toplumda hem derin bir güvensizlik oluşturmakta hem de aidiyet duygusunu zedelemektedir. Kürtlerin yerel yönetimlerde kendilerini ifade edememesi, onların yalnızca siyasi temsilden değil, aynı zamanda kültürel ve sosyal haklardan da dışlandığı bir ortam yaratmaktadır. Kayyum yönetimi altında, Kürtlerin kültürel etkinliklerinden eğitim programlarına kadar birçok alanda kimliklerini özgürce yaşama hakkı kısıtlanmaktadır. Bu durum, kimlik üzerindeki baskıyı derinleştirirken aynı zamanda toplumun ruh sağlığı üzerinde de olumsuz etkiler bırakmaktadır.
Kimliklerin Tanınması ve Türkiye’nin Geleceği
Toplumsal barış, ancak toplumun tüm renklerinin eşitlik temelinde kabul edilmesiyle sağlanabilir. Türkiye'nin çok kimlikli yapısını kabul etmesi, özellikle Kürtlerin kimlik ve siyasi temsil haklarına saygı göstermesi, yalnızca Kürt halkı için değil, tüm Türkiye toplumu için bir zorunluluk haline gelmiştir. Kayyum politikaları, uzun vadede toplumda güvensizlik, ötekileşme ve kutuplaşmayı arttıran bir unsur olarak Türkiye'nin sosyal dokusunu tehdit etmektedir. Gerçek bir toplumsal barış inşa etmek için devletin tüm kimliklere karşı eşit bir mesafede durması, onların taleplerini dikkate alması gerekmektedir. Ancak bu şekilde, Kürtlerin kimliklerine ve iradelerine saygı gösteren bir toplum modeli geliştirmek mümkün olabilir.
Kayyumlar ve Türkiye’nin Demokrasi Sınavı
Kayyum uygulamaları, devletin Kürt kimliğine yönelik inkarcı tutumunun güncel bir ifadesi olarak tarihe geçmektedir. Bu tutum, yalnızca Kürtlerin kimliğini ve siyasi iradesini hedef almakla kalmamakta; Türkiye toplumunun tamamını etkileyen bir huzursuzluk kaynağı haline gelmektedir. Demokrasi, çoğulculuk ve yerel yönetim ilkeleri göz önünde bulundurulduğunda, kayyum politikaları Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde önemli bir engel teşkil etmektedir. Kürt halkının kendi yöneticilerini seçme ve kendi kimlikleriyle barış içinde yaşama hakkı, Türkiye’nin demokratik bir toplum olarak ilerlemesi için vazgeçilmez bir adımdır.
Sonuç olarak, Türkiye’nin demokratik geleceği, tüm etnik ve kültürel kimliklerin kendi iradesiyle var olabileceği bir zemin inşa etmekle mümkündür. Kayyum uygulamalarının sona ermesi, yalnızca Kürt halkı için değil, tüm Türkiye için bir ilerleme ve toplumsal barışa katkı sağlayacaktır. Kürtlerin kendi kendilerini yönetme haklarına saygı gösterildiği bir Türkiye, yalnızca daha adil değil, aynı zamanda daha güçlü bir toplumsal yapı oluşturacaktır.