Türkiye’de yaşanan eğitim sorunlarına ilişkin bir rapor yayımlayan Eğitim Sen Genel Merkezi, eğitimde yaşanan sorunlara çözüm bulunamadığı gibi, var olan eğitim sisteminin çocukları dini cemaat vakıflarına yönlendirdiği, kız çocuklarının ise erken yaşta evlenmelerinin önünün açtığı belirtildiği. En temel haklarından olan anadilde eğitim hakkının da yerine getirilmediği gibi önündeki engellerin daha da derinleştirildiği belirtildi.

ÖZEL HABER - MUHİTTİN BOTAN

AJANS65 TV - Türkiye’de 2022-2023 yılı eğitim ve öğretim yılı geride bırakılırken, sorunların bolca yaşandığı, eğitim kalitesinin ise düştüğü bir yıl olduğu kaydedildi.

Her olduğu gibi, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) 2022-2023 eğitim ve öğretim yılına ilişkin hazırladığı raporu kamuoyu ile paylaştı. Paylaşılan raporda Türkiye’de eğitim sisteminin uzun süredir ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakıldığına dikkat çekilerek, “eğitimin temel sorunlarına yönelik çözümsüzlük politikaları 2022/’23 eğitim öğretim yılında devam etmiştir. Siyasi iktidarın eğitim alanında, uzun süredir kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda attığı adımlar, erken çocukluk eğitiminden (okul öncesi) başlayarak çeşitli vakıf ve derneklerle iş birliği halinde hayata geçirilen ‘dini eğitim’ merkezli uygulamalar, başta öğrenciler olmak üzere, öğretmenler, eğitim emekçileri ve velileri doğrudan etkilemiştir” denildi.

‘EĞİTİMİN DİNSELLEŞTİRİLMESİ DEVAM EDİYOR’

Raporun devamındı eğitimde ticarileşme ve eğitimi dinselleştirme uygulamalarının hız kesmeden devam ettiğine dikkat çekilerek, “Siyasi iktidar ve MEB’in eğitim kurumlarında laik-bilimsel eğitim anlayışını dışlayarak hayata geçirdiği uygulamalar eğitimin niteliğinde yaşanan gerilemenin öncelikli nedeni olmayı sürdürmektedir. Okulların fiziki altyapı ve donanım eksikliklerinin giderilmemesi, kalabalık sınıflar, ikili öğretim, taşımalı eğitim, çocuk ve gençlerin dini cemaat ve vakıfların kreşlerine ve yurtlarına yönlendirilmesi, çocuklara yönelik taciz ve istismar vakaları geçtiğimiz eğitim öğretim yılında da devam etmiştir” tespitine yer verildi.

‘KIZ ÇOCUKLARININ ERKEN YAŞTA EVLENDİRİLMESİNİN ÖNÜ AÇILIYOR’

Zaman zaman iktidara yakın kesimlerin dillendirdiği kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmelerinin dinen caiz olduğuna yönelik açıklamaları gündeme gelirken, raporda bu görüşlere destek anlamına gelebilecek değerlendirmelere yer verilerek, “Çocuklar eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamamakta, çocuk istismarı anlamına gelen çocuk yaşta evlendirmeyi engelleyen adımlar atılmamaktadır. Yoksul, emekçi ailelerin çocukları başta olmak üzere kız çocukları ve kırsal kesimde yaşayan çocuklar açısından eğitime erişim konusunda yaşanan sorunlar sürmektedir. Bölgesel, cinsel, sınıfsal vb. eşitsizlikler, anadilinde eğitim gibi en temel sorunlar iktidarın çözmek bir yana daha da derinleştiği bir eğitim dönemi daha geride kalmıştır” ifadeleri yer aldı.

‘EĞİTİM TOPLUMSAL CİNSİYETTEN UZAK’

Eğitim Sen’in kamuoyu ile paylaştığı raporun devamında şu değerlendirmelere yer verildi:

“Eğitim sistemimiz toplumsal cinsiyet eşitliğinden oldukça uzakta ve giderek dinsel içerik kazanan egemen ideolojinin yoğun baskısı ve denetimi altındadır. Toplumsal yaşamın her alanında görülen cinsiyetçilik ve cinsiyetçi uygulamaların en yoğun görüldüğü alanların başında okullar gelmektedir. Geçtiğimiz dönemde cinsiyetçilik ve cins ayrımcı uygulamaların özellikle karma eğitim karşıtı söylemlerin ve uygulamaların devam ettiği görülmüştür. Karma eğitimi hedef alan uygulamalar okul yönetimleri eliyle hayata geçirilirken, il ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin sendikamızın ve kamuoyunun tepki göstermesiyle ülke gündemine girmiştir.

İl Emniyet Müdür Yardımcısı Evinde Ölü Bulundu İl Emniyet Müdür Yardımcısı Evinde Ölü Bulundu

Ülkedeki etnik, dilsel, kültürel çeşitlilik ve inanç çeşitliliği, eğitim programlarında ve ders kitaplarında neredeyse hiç yansıtılmamaktadır. Eğitim sisteminde ve toplumsal yaşamda benimsenen tekçi zihniyet farklı inanç, dil, kimlik ve mezhepleri yok saymayı, onları ve taleplerini görmezden gelmeyi sürdürmektedir. Türkiye’nin kamusal, laik, bilimsel eğitim konusunda olduğu gibi, anadilinde eğitim konusundaki olumsuz sicilini sürdürmesi anlaşılır değildir.

‘DEZAVANTAJLI KESİMLERİN HAKLARINI İHLAL EDİLİYOR’

Türkiye’de çeşitli nedenlerle eğitime erişimde, kız çocukları, mülteci çocuklar, anadili farklı olan çocuklar, engelli çocuklar ve geçici koruma altındaki çocukların dezavantajları günden güne artarak devam etmektedir. Türkiye’de milyonlarca çocuk ve gencin eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanması için gerekli adımlar atılmazken, milyonlarca çocuk ve gencimizin ağırlıklı olarak ekonomik sorunlar nedeniyle eğitime erişim hakkını ihlal eden uygulamalar devam etmektedir.”

‘EĞİTİMDE ZENGİN YOKSUL AYRIŞTIRMASI BELİRGİNLEŞTİRİLDİ’

Öğrencilerin eğitimden uzaklaştırılmasına yönelik de tespitlerin yer aldığı raporda, “Kamusal eğitimden uzaklaşmanın iki temel sonucu bulunmaktadır: Birincisi, devlet okulu ve özel okullar arasındaki nitelik ayrımı, telafisi mümkün olmayan eşitsizliklerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. İkincisi ise kamusal eğitimin tasfiyesi devlet okullarını da ayrıştırarak zenginle yoksula ayrı ayrı ‘devlet okulu’, hatta aynı devlet okulu içinde gelir durumuna ya da başarı düzeyine göre farklı sınıflar/şubeler oluşturulması gibi uygulamalar son yıllarda belirgin şekilde yaygınlaşmıştır” denildi.

‘EĞİTİM SİSTEMİ DE ENKAZ ALTINDA KALMIŞTIR’

Maraş merkezli yaşanan deprem felaketine değinilen raporda, “14 milyon kişinin yaşadığı geniş bir bölgeyi etkileyen ve ağır bir yıkıma neden olan K. Maraş merkezli depremler nedeniyle, başta depremden doğrudan etkilenen kentlerde yaşayanlar olmak üzere, tüm yurttaşlar tanımlanması olanaksız acılarla karşı karşıya kalmıştır. Depremle birlikte sadece binalar değil, ülkenin yönetim rejimi, ekonomisi, doğaya ve bilime meydan okuyan, tamamen ranta dayalı kentleşme politikaları da yerle bir olmuştur. Böylesine büyük bir yıkımın yaşanmasının asıl nedeninin halkın can ve mal güvenliğini değil, sermayenin ihtiyaçlarını önceleyen rantçı politikaları benimseyen merkezi ve yerel yönetim anlayışı olduğu açıktır” tespitlerine yer verildi.

‘ÇOCUKLARA YÖNELİK TEHDİTLER SÜRMÜŞTÜR’

Raporda devamla şu tespitler yer aldı:

“Türkiye’nin de taraf olduğu Çocuk Haklarına Dair Sözleşme halen dünya genelinde en çok sayıda ülke tarafından kabul edilen insan hakları belgesi olma özelliği taşımaktadır.  197 devletin imzaladığı ve çocuk hakları konusunda yükümlülük altına girmeyi taahhüt ettiği belge, çocuklar için daha iyi bir dünya çabası açısından önemli bir dayanak olmayı sürdürmektedir.

Türkiye’de eğitim ve sağlık sisteminden kadın politikalarına kadar her alanda çocukların yararını değil, kendi çıkarlarını düşünen mevcut sistem; çocuklarımızın sahip olduğu heyecan, merak ve yaratıcılıktan açıkça korkmaktadır. Bu nedenle toplumsal yaşamdan dışlanarak aile içine hapsedilen kadınlar ve çocuklar devlet politikaları ile sosyal yaşamdan uzaklaştırılmaktadır. Son olarak otizmli çocuklara yönelik olduğu gibi, özel eğitim alanındaki çocuklar da sık sık ayrımcı ve dışlayıcı uygulamalarla karşı karşıya bırakılmaktadır.

‘FARKLI DİNİ VE ETNİK KÖKENE SAHİP ÇOCUKLARA AYRIMCILIK DÜŞÜNDÜRÜCÜDÜR’

Türkiye’de eğitim sisteminin müfredat, ders kitapları ve uygulama alanları itibarıyla çocukların, etnik köken, dil, din ve inanç ayrımcılığı ile karşı karşıya olduğu bilinmektedir. Özellikle farklı kimlik ve inanç kökenine sahip çocuklara, özellikle Suriyeli çocuklara yönelik ayrımcı uygulamaların artmış olması düşündürücüdür. 1 milyon 200 bin Suriyeli mülteci çocuğun 850 binden fazlası okula kayıtlı olmasına rağmen 350 bin çocuk okula gitmemektedir. Türkiye’de eğitim gören Suriyeli çocukların okullaşmasının önündeki engellerin başında çocuk işçiliği ve çocuk yaşta evlilikler gelirken, Suriyeli çocukların eğitiminin yapıldığı Geçici Eğitim Merkezlerinde yaşanan sorunlara kalıcı çözümler üretilmemiş, göçmen çocukların sağlıklı eğitim almasını büyük ölçüde engellemiştir.

Okul öncesi kurumları ve kreşleri kapatan, kadınları ev içine hapseden ekonomik ve sosyal adımlar çocukları da doğrudan etkilemekte, çocuklara yönelik şiddet ve istismarın önü bu şekilde açılmaktadır. Türkiye 1995 yılında Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin bazı önemli maddelerine çekince koyarak çocuklar arasında etnik köken, din ya da kültüre dayalı ayrımcılık yapılmasını meşrulaştırmıştır.

‘EĞİTİM SİSTEMİ ÇOCUK İŞÇİLİĞİNE SÜRÜKLEMEKTEDİR’

Eğitimde 4+4+4 düzenlemesi başta olmak üzere, çıraklık ve stajyerlik uygulamaları gibi çok sayıda düzenleme, çocukların eğitimden uzaklaşmasına ve işçi olarak çalışma yaşamına sürüklenmesine neden olmuştur. Çalışan çocukların bir bölümü tarım sektöründe ucuz iş gücü, bir bölümü de ücretsiz aile işçisi olmaktadır. Kız çocukları da benzer nedenlerle eğitim öğretimden uzaklaşarak iş gücüne kayıt dışı olarak katılmaktadır. Ayrıca anadilinde eğitim alamayan öğrencilerin okulda başarısız olarak eğitim dışına itilmeleri de okulu erken yaşta terk etmelerine neden olmaktadır. Artan yoksulluk ve işsizlik nedeniyle aileleriyle birlikte göç etmek zorunda kalan çocuklar göç ettikleri şehirlerde çocuk işçi olarak çalışmak zorunda bırakılmaktadır.

Türkiye’de çocuk haklarına yönelik olarak ortaya çıkan karanlık tablo, çocuk haklarının ülkemizde sadece kâğıt üzerinde kaldığını göstermektedir. Eğitim ve yaşam hakkı başta olmak üzere, Türkiye’de çocukların en temel haklarının tehdit altında olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.

‘ÖĞRENCİLERİN BESLENME SORUNU BÜYÜMÜŞTÜR’

2022/’23 eğitim öğretim yılının en dikkat çekici sorunlardan birisi öğrencilerin beslenme sorununa ilişkin olmuştur. Türkiye’de çok sayıda öğrenci okula kahvaltı yapmadan gitmek zorunda kaldığı, yine birçok öğrencinin okulda yemek yemeden günü tamamladığı ve eve döndüğü görülmüştür.

Geçtiğimiz dönemde yaşanan yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı nedeniyle yaşanan yoksullaşma süreci ile derinleşen ekonomik kriz, hız kesmeden devam eden zamlar, gerçek enflasyonun üç haneli rakamlara ulaşması ve alım gücünün gün geçtikçe düşmesi mutfaktaki yangını büyütürken artık temel besin gıdalarına dahi ulaşmak zorlaşmıştır. Çocuklar için beslenmenin önemli olduğu koşullarda süt, yumurta, peynir, zeytin vb. gibi temel gıda ürünlerinin fiyatı 3-4 kat artmıştır. Bu koşullarda çocuklarına her gün ayrı bir beslenme hazırlamak durumunda kalan aileler eti, sütü, meyveyi, kuruyemişi geçelim yumurtayı, peyniri ve zeytini bile alamaz hale gelmiştir.

Sağlıklı beslenme alışkanlığının çocukların sadece büyüme ve gelişiminde değil, okul başarısı üzerinde de son derece etkilidir. Yetersiz ve dengesiz beslenen öğrencilerin dikkat süreleri kısalmakta, algılamaları azalmakta, zaman zaman öğrenme güçlüğü ve davranış bozukluğu gelişebilmekte ve bu ve benzeri nedenlerden kaynaklı olarak okul başarıları belirgin düzeyde düşebilmektedir.

‘OECD ÜLKELERİNDE ÇOCUK YOKSULLUĞUNDA TÜRKİYE İLK SIRADA’

Türkiye, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkeleri arasında çocuk yoksulluğunda ilk sıradadır. Son dönemde çok hızlı artan yoksullaşma Türkiye’de önce en hassas durumdaki çocukları vurmuştur. Türkiye’de bugün her 5 çocuktan biri derin yoksulluk sorunları ile yüzleşmekte, yeterli ve besleyici gıdaya ulaşamamaktadır. Bu noktada yapılacak en acil eylem, bir an önce okullarda kamunun öğle yemeği hizmeti sunmasıdır.  

Gıda fiyatlarındaki artış sofralardan, çocuklarımızın harçlıklarına kadar yansımış durumdadır. Veliler çocukların beslenme çantalarına hiçbir şey koyamaz, okul harçlığı bile veremez hale gelmiştir.  Okullarda bir öğün ücretsiz, sağlıklı yemek hakkı devlet tarafından karşılanmalıdır. MEB, çocuklarımızın sağlıklı gelişimi ve eğitim sürecinin sağlıklı işlemesi için öğrencilerin beslenme sorununu çözmek için ayrı bir bütçe ayırmak durumundadır. Taşımalı eğitim yapan okullarda bile öğrencilerin beslenme sorunları çözülmüş değildir. Alım gücünün giderek düşmesi ve yoksullaşmanın artması ile birlikte öğrencilerin okuldaki beslenme sorununun önümüzdeki aylarda daha yakıcı bir hale gelmesi kaçınılmaz gözükmektedir. 

‘EĞİTİMİ DİNSELLEŞTİRME POLİTİKALARI YOĞUNLAŞMIŞTIR’

Türkiye’nin eğitim sistemi en temel bilimsel ilkelerden ve laik eğitim anlayışından hızla uzaklaşırken, okullarda dinselleşme hızla artarak kaygı verici boyuta ulaşmıştır. MEB’in geçmişte eğitimin dinselleştirilmesi hedefiyle Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, çeşitli dini vakıf ve derneklerle ortak yürüttüğü projeler ve imzalanan ‘iş birliği’ protokolleri, okulları çeşitli cemaat, tarikat ve dini grupların etkinlik ve faaliyet alanı haline getirmiştir. Geçtiğimiz yıllar içinde okullarda hayata geçirilen ortak projeler üzerinden eğitimi dinselleşme süreci hızlandırılmış, doğrudan laik eğitimi ve laik yaşam tarzını hedef alan uygulamalar hayata geçirilmiştir.

Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı ortaokullar ve imam hatip okulları, Gençlik ve Spor Bakanlığı’na bağlı il/ilçe spor müdürlükleri/Gençlik merkezleri ile Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı Diyanet Gençlik Merkezleri iş birliğinde yürütülmekte olan “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi” (ÇEDES) kapsamında 2022/’23 eğitim öğretim yılı içinde ülke çapında çeşitli toplantılar yapılmış ve kararlar alınmıştır.

ÇEDES Projesinin amacı “Öğrencilerimizin millî, manevi, ahlaki, insani ve kültürel değerlerimizi benimseyen, koruyan, geliştiren ve kendi yaşantılarında inşa eden fertler olmalarına, çağın ve geleceğin becerileriyle donanmış, bu donanımı insanlık hayrına sarf edebilen, bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı, aklı selim, kalbi selim ve zevki selim sahibi, bedensel ve sosyal bakımdan dengeli bireyler olarak yetişmelerine katkı sağlamak” olduğu ifade edilmektedir. Dini ve manevi değerleri merkeze alan ÇEDES Projesi, laik-bilimsel eğitim anlayışına ve pedagoji bilimine aykırı bir içerikte hazırlanmış ve uygulanmaya başlamıştır.

Öğrencilere milli, manevi, ahlaki, insani ve kültürel değerlerimizin benimsetilmesi amacıyla tüm lise, ortaokul, ilkokul ve anaokulları ile il merkezi ve ilçelerde bulunan tüm cami ve Kur’an kursları”nı kapsayan projenin uygulaması için Milli Eğitim Müdürlükleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı il müftülükleri aracılığıyla okullara öğrencilerin ‘manevi gelişimini desteklemek’ adı altında ‘manevi danışman’ sıfatıyla pedagojik eğitimi bulunmayan vaiz, imam hatip, Kur’an kursu öğreticileri İzmir ve Eskişehir başta olmak üzere, çeşitli illerde görevlendirilmeye başlanmıştır.

‘EĞİTİMDE TEK DİN TEK MEZHEP ANLAYIŞI İLE HAREKET EDİLMEKTE’

Eğitimin bütün kademelerinde eğitimin niteliğini yükseltmek, çocukların özgür ve sağlıklı bireyler olarak yetiştirilmesi için somut adımlar atılması gerekmektedir. Ancak MEB, bugüne kadar yaptığı gibi, din ve inanç alanı gibi son derece hassas bir konuda “tek din, tek mezhep” yaklaşımıyla hareket ederek okullarda öğrencilere dini ve manevi değerleri aktarmayı kendisine görev edinmiştir. ÇEDES Projesi iktidarın eğitim sistemini siyasal-ideolojik çizgisi ve dini-kültürel ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirme hedefinin son örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türkiye’de eğitim politikalarının merkezinde yer alan “tek din, tek mezhep” anlayışının, farklı kimlik ve inançlara karşı önyargıları diri tutan ve milliyetçilik temelinde yükselen resmî ideolojiyi besleyen ‘manevi değerler eğitimi’ uygulamasının okullardan başlayarak ülkede yaratılan kutuplaştırmayı derinleştirmesi kaçınılmazdır. Böylesi bir uygulama hem çocukların sağlıklı gelişiminin hem de eğitim sisteminde eşit, özgür ve bilimsel düşüncenin ilerlemesinin önünde önemli bir engel olmayı sürdürmektedir.”

‘DEĞERLER EĞİTİMİ PEDAGOJİK OLARAK SAKINCALIDIR’

Türkiye’de yasal olarak zorunlu din dersinin görünüşte 4. sınıfta başladığına dikkat çekilen raporda, “İl Milli Eğitim Müdürlüklerinin müftülüklerle protokol imzalayarak bu derslerin seviyesini 4 yaşına kadar indirmesi, eğitim bilimi ve çocukların zihinsel gelişimi açısından son derece sakıncalıdır. Henüz oyun çağında olan ve somut düşünme yetisini tam olarak kazanmamış çocuklara yönelik ‘değerler eğitimi’ ve ‘Kur’an eğitimi’ çalışmalarının yapılması pedagojik olarak son derece sakıncalıdır” denildi.

Eğitim sisteminin ‘dindar nesil’ yetiştirmeye yönelik şekillendirildiğine de dikkat çekilen raporda, “Eğitimde 4+4+4 dayatması ile ‘dindar nesil’ yetiştirmeyi hedefleyen siyasi iktidarın, hedefini daha da büyüterek bilinçli ve programlı bir şekilde daha kolayca ‘şekil verebileceği’ 4-6 yaş gurubuna yönelmesi çocukların sağlıklı gelişimi açısından son derece tehlikelidir. Henüz oyun çağında olan, somut ve soyut düşünce yetileri gelişmemiş olan 4-6 yaş grubu okul öncesi eğitim çağındaki öğrencilere hangi neden ya da gerekçeyle olursa olsun ‘dini eğitim’ verilmesi, Türkiye’nin de altında imzasının bulunduğu çocuk hakları sözleşmesinin ‘çocuğun üstün yararı’ ilkesi ile temelden çelişmektedir” diyerek şu tespitlere yer verildi:

“Devletin bilinçli bir şekilde boşalttığı alanlar, dini vakıf ve cemaatler tarafından okullar, yurtlar, kurslarla doldurulmuş ve iktidar desteği ile büyüyen bu sistem tıpkı bir örümcek ağı gibi bütün bir ülkeyi kuşatmıştır. Çocuklarını okutmak isteyen yoksul aileler, kaçınılmaz olarak bu eğitim kurumlarına yönelmekte, “dindar nesiller” en çok emekçilerin, yoksulların çocuklarından devşirilmektedir.

Devlet, eğitimi ve toplumsal yaşamı örgütlerken bunu dini kurallara, söylemlere ya da referanslara göre yapmamalı, özellikle eğitim sistemini dini kurallara göre değil, bilimsel gerçekleri referans alarak ve çocukların üstün yararını gözeterek düzenlemelidir. Bu nedenle Millî Eğitim Bakanlığı ile Diyanet ve diğer kurumlarla imzalanan ve fiilen ‘sıbyan mektebi’ işlevi gören bütün protokoller derhal iptal edilmelidir.”

Raporun sonuç bölümünde ise eğitim sisteminde yaşanan sorunların ülkedeki ekonomik, toplumsal ve siyasal alanda yaşanan gelişmelerden ayrı ve bağımsız olmadığı belirtilerek, “Eğitim Sen, her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okul öncesinden üniversiteye kadar bilimin ve laikliğin değil, milliyetçiliğin, ayrımcılığın ve inanç sömürüsünün referans alındığı bir eğitim sisteminde kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için mücadelesini sürdürmeye kararlıdır” değerlendirmesine yer verildi.

Editör: İdris YILMAZ