<strong>TMMOB İKK Sözcüsü Atik: Ölüm hep bize mi düşer</strong>

Abone Ol

“İş Cinayetlerine karşı Mücadele Günü” dolayısıyla düzenlenen basın açıklamasında konuşan TMMOB İKK Sözcüsü Mihail Atik, “Ölüm hep bize mi düşer” diye sordu.

MUHİTTİN BOTAN / YASEMİN DİKİCİ - AJANS65 TV

VAN - 1992 yılında Zonguldak Kozlu’daki kömür madeni ocağında grizu patlaması sonucu 263 maden emekçisinin hayatını kaybetmesi nedeniyle 3 Mart tarihi, “İş Cinayetlerine karşı Mücadele Günü” olarak kabul edildi.

Türk Mimar ve Mühendisler Odası(TMMOB) düzenlediği basın açıklaması ile iş cinayetlerine dikkat çekti. Van İnşaat Mühendisleri Odası(İMO) toplantı salonunda düzenlenen basın açıklamasını İMO Başkanı ve TMOOB İl Koordinasyon Kurulu(İKK) sözcüsü Mihail Atik okudu.

Atik yaptığı açıklamada,  “1992 yılında Zonguldak Kozlu’daki kömür madeni ocağında grizu patlaması sonucu 263 maden emekçisinin hayatını kaybetmesi nedeniyle 3 Mart tarihi, ‘İş Cinayetlerine karşı Mücadele Günü’ 31. yılı. 31 yıl önce yaşanan bu büyük acıya rağmen gerekli önlemler alınmadığı, gerekli düzenlemeler yapılmadığı için madenler can almaya, işyerleri çalışanların mezarı olmaya devam ediyor. Her yıl binlerce emekçi çalışırken hayatını kaybediyor. Ülkemizdeki iş cinayetlerine dikkat çekebilmek, insan hayatının, işçi sağlığının ve iş güvenliğinin önemini vurgulamak için 3 Mart tarihi TMMOB tarafından ‘İş Cinayetlerine Karşı Mücadele Günü’ olarak ilan edilmiştir” açıklamasını yaptı.

‘Doğa olaylarını bir felakete dönüştüren iktidarın yönetim anlayışıdır’

Açıklamasına, yaşanan deprem felaketine değinerek başlayan Atik, “6 Şubat 2023 tarihinde yaşanan 11 ilimizi etkileyen depremde resmi açıklamalara göre 45.000’in üzerinde can kaybı yaşandı. Tüm ülkemize baş sağlığı diliyor, ölenlerin yakınlarının acısını paylaşıyoruz.

Deprem bir doğa olayıdır. Bu doğa olayını bir felakete dönüştüren, toplumsal bir trajedi haline getiren iktidarın politikaları ve yönetim anlayışı olmuştur. Yerleşim planlarının riskler gözetilerek yapılmaması, yapıların inşasında bilimsel-teknik şartlara uyulmaması, kentsel dönüşüm uygulamalarının deprem riskini ortadan kaldırmak için yapılmaması ve “imar barışı” gibi nedenler şehirlerimizin yerle bir olmasına neden olurken, acil durum ve afet yönetimindeki yetersizlikle felaketin boyutlarını daha da artırmıştır” dedi.

AKP’nin neoliberal politikaları ve ranta dayalı uygulamalarının doğa olaylarını felakete, işyerlerini işçi mezarlığına dönüştürdüğünü belirten Atik, “Deprem karşısında sergilenen ‘kader planının parçası’ yaklaşımı, iş cinayetlerinde de ‘Bunlar olağan şeyler, literatürde iş kazası diye bir olay var, bunun yapısında, fıtratında olan şeyler’ biçimindeki anlayışın uzantısıdır” açıklamasını yaptı.

‘Ölümlü iş kazalarında işverenler önemsiz para cezaları ile neredeyse ödüllendiriliyor’

Atik şöyle konuştu:

“İşçi sağlığı ve güvenliği alanında “devrim” olarak nitelendirilerek 2013 yılında yürürlüğe konulan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu çalışma yaşamını düzenleyen tek yasa değildir. Çalışma yaşamı, 4857 sayılı İş Kanunu, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu olmak üzere birçok yasa ile biçimlendirilmektedir. İş yasalarının, çalışanların hakkını korumak ve geliştirmek amacını temel ilke edinmesi gerekirken, 4857 sayılı İş Kanunu, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ve alana ilişkin yapılan diğer düzenlemeler işverenlerin çıkarları doğrultusunda şekillendirilmiştir. Esnek ve kuralsız çalışmayı, geçici iş ilişkisini, taşeronlaştırmayı, ödünç işçiliği yasal hale getiren, kıdem tazminatlarını, fazla mesai ücretlerini, sendikal hak ve yetkileri budayan işçi sağlığı ve iş güvenliğini işveren yükümlülüğü olarak görmeyen, örgütlülük önüne engeller koyan düzenlemelerdir. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile işçi sağlığı ve güvenliği alanı, taşeronlaştırılmış, piyasa koşullarına terk edilmiştir. Bu yasayla beraber, işverenin işçi sağlığı ve güvenliğini sağlama yükümlülüğü, Ortak Sağlık Güvenlik Birimleri (OSGB) adıyla kurulan, irili ufaklı şirketlere bırakılmıştır. Bunun sonucunda da işçi cinayetleri ve meslek hastalıkları hızla artmıştır. 6331 sayılı Kanunu, İşçi Sağlığı ve Güvenliğini Taşeronlaştırma Yasası olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. Kamu, denetleme görevini bile yürütmezken yükümlülüklerine yerine getirmeyen işyerlerine caydırıcı cezalar da uygulanmamaktadır. Ölümlü iş kazalarında işverenler önemsiz para cezaları ile neredeyse ödüllendirilmektedir.”

‘İşverenler mallarını kurtarmak için işçileri hasarlı binalara girmeye zorlamışlardır’

Deprem bölgesinde gece vardiyasında çalışan pek çok işçi ve hastanelerde çalışan çok sayıda sağlık emekçisinin depreme işyerlerinde yakalandığını, yıkılan işyerleri ve hastaneler pek çok çalışanın hayatını kaybetmesine neden olduğunu söyleyen Atik, “Depremin hemen ardından işverenlerin, işyerlerindeki malları kurtarmak için işçileri işyerlerine sokması ya da çalışmaya zorlaması nedeniyle meydana gelen artçı depremlerde hayatını kaybeden işçiler olmuştur.

Depremden etkilenen bölgelerdeki işyerlerinde risk değerlendirmesi yenilenmeden, işyerinin, ekipmanların, çalışma koşullarının uygun olduğu belirlenmeden çalışma yapılmamalıdır. İşçi eğitimleri yenilenmeli, İşçilerin “acil ve hayati tehlike durumunda çalışmaktan kaçınma hakkı” bulunduğu işçilere hatırlatılmalıdır” ifadelerini kullandı.

‘Enkaz kaldırma risk taşımaktadır’

Atik depremde enkaz kaldırma işlemlerine ilişkin de şu açıklamaları yaptı:

“Deprem sonrası oluşan milyonlarca tonluk enkaz kaldırılmaya başlandı, enkaz kaldırma işlemi özellikle asbest nedeniyle hem bu işte çalışanlar hem de çevredekiler için risk oluşturmaktadır.

· Enkaz kaldırma çalışmaları eğitim almış, profesyonel ekipler tarafından yapılmalıdır.

· Aşırı toz çıkışının önlenmesi için sulama yapılmalı / ıslak çalışılmalıdır.

· Hafriyatların döküleceği yerler yaşam alanlarından uzakta ve toz dağılımı önlenecek biçimde belirlenmeli ve düzenlenmelidir.

· Hafriyat alanlarına giriş ve çıkışlar kontrollü olarak yapılmalıdır.

· Enkaz kaldırma ve hafriyat çalışmaları esnasında ortamda bulunanların ve çalışanların FFP2 ya da FFP3 tipi maske, gözlük ve tulum kullanması sağlanmalıdır.

Depremin yaşandığı illerde kesintiye uğrasa da ülkemizde çalışma yaşamı, iş ilişkileri sürecektir. Ama iş kazası, iş cinayetleri, ölümler sürmemelidir, gerçekten hiçbir şey eskisi gibi olmamalıdır. İş kazalarını ve işyerlerinde ölümleri durdurabilmek için sağlıklı ve güvenlikli bir ortamda çalışmanın her çalışanın hakkı olduğu, işçi sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanmasının öncelikle devletin ve işverenin görevi olduğu gerçeği çerçevesinde hareket edilmelidir.

İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanına ilişkin düzenleme ve denetleme yetkisi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yanında, Sağlık Bakanlığı, üniversiteler, sendikalar, TTB ve TMMOB’den oluşan idari ve mali yönden bağımsız bir enstitüye verilmelidir. Çalışma yaşamına ilişkin tüm düzenlemeler bu enstitü tarafından yeniden ele alınmalı ve kararlaştırılmalıdır.

Esnek ve kuralsız çalışmayı, geçici iş ilişkisini, taşeronlaştırmayı yasal hale getiren, kıdem tazminatlarını, fazla mesai ücretlerini, sendikal hak ve yetkileri budayan işçi sağlığı ve İş güvenliğini işveren yükümlülüğü olarak görmeyen, örgütlülük önüne engeller koyan yasa ve diğer düzenlemeler iptal edilmelidir.”