Manşet

ÖZEL HABER... Selçuk: Hiç Kimse Kanunun ve Mahkemelerin Üstünde Değildir

Abone Ol

İktidar ile var olan ilişkisine dayanarak birçok kurum amiri mahkemelerin vermiş olduğu kararları uygulamamaktadır. Bunun sonucunda ciddi mağduriyetler ortaya çıkarken, insanların adalete ve tarafsız mahkemelere olan güvenlerini kaybetmekte. Van Barosuna kayıtlı Avukat Turgut Selçuk konuya değinerek, mahkemelerin vermiş olduğu karara uymamanın adeta bir modaya dönüştüğünü hatırlatarak, “özellikle de sırtını iktidara dayayan bazı kişiler mahkeme ve almış olduğu kararları hiçe saymakta ve kararı uygulamamaktadır. Şu unutulmamalı, hiç kimse kanunların ve mahkemelerin üstünde değildir. Mahkemelerin almış olduğu kararlar herkesi bağlamaktadır” dedi.

ÖZEL HABER: MUHİTTİN BOTAN

AVUKAT TURGUT SELÇUK

AJANS65 TV - Eğitim Sen Van Şube Başkanı Murat Atabay ise ihraç edilen öğretmen arkadaşlarının mahkeme kararı ile işe iadeleri yapıldıktan sonra tekrardan güvenlik soruşturmasına tabi tutulduklarını söyleyerek, “mahkeme zaten suçsuzluğunu kanıtlayarak işe iade etmesine karar veriyor. Yapılması gereken, mahkeme kararının uygulanmasıdır, ancak tekrardan güvenlik soruşturmasına tabi tutulması, mahkeme kararının tanınmaması anlamına gelir” ifadelerine yer verdi.

Van ÇEVDER Başkanı Ali Kalçık da çevresel konulara yönelik mahkeme kararlarının farklı yöntemlerle boşa çıkartıldığına dikkat çekerek, “dernek olarak çevreye aykırılık teşkil eden bir olayı mahkemeye taşıyoruz. Örneğin, ÇED raporunun gerekli olduğuna yönelik dava açıyoruz, mahkeme karar vererek, çalışmaların tümden durdurulmasına, hatta iptal edilmesine karar veriyor. Fakat yüklenici firma ve ilgili kurum, ‘ÇED raporu gerekli değil’ raporu alarak mahkeme kararını boşa düşürüyor. Oysa faaliyetlerin durdurulmasına, hatta iptal kararı verilmesine rağmen kararı boşa düşürüyor ve bildiğini okumaya devam ediyor” şeklinde değerlendirdi.

Vanlı taşeron işçilerin hukuk mücadeleleri ise sınırları aşarak dünyaya mal olmuş durumda. Tüm kararlara rağmen işe iade edilmediklerini belirten Servet Arslan, “Her 4 mülakattan sonra yerel ve istinaf mahkemeleri olmak üzere 8 ayrı mahkeme ‘biz işçileri haklı bulmuş mülakatlar usulsüz yapılmış diyerek lehimize yürütmeyi durdurma ve iptal kararları’ vermiştir. Buna rağmen kişisel hırs ve davranışlarla hukuksuzluk karşısında mağdur olduğumuzu da, sadece mahkemeler değil toplumun vicdanında da haklı olduğumuzu da biliyoruz” diyerek yerel yöneticilerin mahkeme kararlarını nasıl hiçe saydığını dile getirdi. .

Son zamanlarda mahkemelerin vermiş olduğu kararlara rağmen kimi kurum amirleri bu kararın gereğini yerine getirmemekte. Özellikle iş akdi ile ilgili konularda mahkeme kararlarına rağmen kimi kurum amirleri bildiklerini okumakta, verilen kararları hiçe saymaktadır. Bunun sonucunda çok sayıda vatandaş mağdur olurken, haklarını arayabilecekleri bir yer de kalmamaktadır.

Uzun zamandır Van’da avukatlık yapa Van Barosu’na kayıtlı Avukat Turgut Selçuk, özellikle sırtını iktidara dayayan bazı kişilerin, mahkeme kararlarını uygulamamayı adeta bir marifet haline getirdiğini kaydederek, “Son dönemlerde bazı kamu kurumlarının özellikle idari yargı mercilerinin kararlarını uygulamadığı, kararları uygulamamak adına başka işlemler tesis ettikleri görülmektedir” dedi.

‘KARARI UYGULAMAYAN KAMU GÖREVLİLERİNİN YARGILANMASI GEREKMEKTE’

Yargı kararlarının uygulanmamasının görevi kötüye kullanmak olduğunu söyleyen Selçuk, “Yerleşmiş Danıştay kararları ve İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28. Maddesi uyarınca idare mahkemesi kararının 30 gün içinde ‘aynen’ ve ‘gecikmeksizin’ uygulanması gerekmektedir.

Yargıtay Ceza Genel Kurul kararlarında da vurgulandığı üzere mahkeme kararını uygulamamak suretiyle oluşan keyfi davranış görevin kötüye kullanılması suçunu oluşturduğu gibi aynı zamanda hukuki açıdan da tazminat sorumluluğu doğurmakta, ayrıca disiplin yönünden de yaptırım gerektirdiği açık olduğundan kararı uygulamayan kamu görevlilerinin yargılanması gerekmektedir” hatırlatmasında bulundu.

‘MAHKEME KARARLARININ YERİNE GETİRİLMESİ GECİKTİRİLEMEZ’

Mahkeme kararlarının kamu kurumu yetkilileri tarafından yerine getirilmemesi veya geciktirilmesi konularının da son zamanlarda sıklıkla karşılaştıkları olaylar arasında olduğunu söyleyen Avukat Turgut Selçuk, bunun suç olduğunu belirterek, “2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 2'nci maddesinde; Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta, 138'nci maddesinin son fıkrasında ise; ‘yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır, bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez’ yolunda kesin ve emredici bir kurala yer verilmektedir” dedi.

‘KARARI UYGULAMAYANLAR HAKKINDA MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI AÇILABİLİR’

Kimi kamu çalışanlarının mahkeme kararına rağmen bildiğini okumaya devam etmesinin yasalara aykırı olduğunu ifade eden Selçuk, “2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 28'inci maddesinin birinci fıkrasında; ‘Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez’ şeklindeki hükümle Anayasanın 2. maddesinde yer alan ‘hukuk devleti’ ilkesine uygun bir düzenleme yapılmıştır. Anılan maddenin 3'üncü fıkrasında da; Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay veya ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği hükme bağlanmıştır” ifadelerine yer verdi.

‘HUKUK DEVLETİ İLKESİ KARARI UYGULAMAYI ZORUNLU KILMAKTADIR’

Selçuk değerlendirmelerine şu şekilde devam etti:

“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 2'nci maddesinde yer alan ‘Hukuk Devleti’ ilkesinin doğal sonucu olarak idarenin mahkeme kararlarını ‘aynen’ ve ‘gecikmeksizin’ uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Bu kural, idareye kararın tebliğ tarihinden başlayıp otuz günün dolmasına kadar geçen sürede yargı kararını uygulamama yetkisi tanıyan bir hüküm değildir. Aksine maddede, kararların derhal uygulanması ilkesi benimsenmiş olup, her durumda bu sürenin otuz günü aşamayacağı, kararların uygulanması için idarelerin gereksinim duydukları sürenin nihayet otuz günle sınırlı olduğu hükme bağlanmıştır. Diğer taraftan, Anayasanın 11'inci maddesinde; Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu belirtilerek Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü vurgulanmış, bu bağlamda olmak üzere 129'uncu maddenin 1'inci fıkrasında da, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü oldukları hükme bağlanarak Anayasa hükümlerinin bağlayıcılığı ve üstünlüğü kamu görevlileri yönünden de teyit edilmiştir. Bu nedenle bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında, hukuk kurallarına uyulmaması, hizmeti yürüten idarenin ağır hizmet kusuru işlediğini gösterir ve tazmin sorumluluğunu doğurur.

‘KARARIN GEREKÇESİ DE DİKKATE ALINARAK UYGULANMAK ZORUNDADIR’

Yukarıda yer verilen Anayasa ve Kanun hükümlerine göre, idarenin mahkeme kararlarının uygulanmasını sağlama açısından bağlı yetki içerisinde bulunduğu, başka bir ifadeyle mahkeme kararlarının doğruluğu ya da yanlışlığını tartışmadan onun gerektirdiği şekilde işlem tesis etme yükümlülüğü altında bulunduğu, aksi davranışların ise hukuki ve cezai anlamda sorumluluk gerektireceği açıktır. Ancak burada önemle vurgulanması gereken husus; idarenin yargı kararlarını uygularken sadece hüküm fıkrasını dikkate alarak değil, aynı zamanda kararın gerekçesini de dikkate alarak kararı uygulamak zorunda olduğudur. Dolayısıyla, hakkında böyle bir karar verilen idare, iptal kararını uygularken, mahkeme tarafından tespit edilmiş gerekçe ve değerlendirmelere uygun olarak hüküm fıkrasında ortaya konulan hedefe ulaşmak için gerekli tüm kararları ve tedbirleri almakla yükümlüdür.

‘İRDARENİN HUKUKA BAĞLILIĞI YARGI DENETİMİ SAYESİNDE ETKİLİ BİÇİMDE SAĞLANIR’

Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasında, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu; yedinci fıkrasında da idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü bulunduğu hüküm altına alınmıştır. Böylelikle idarenin hukuka bağlılığı, yargı denetimi sayesinde etkili biçimde sağlanmış ve idare edilenler, idarenin kanunsuz ve keyfî davranışlarına karşı korunmuştur. Anayasa’da sayılan istisnai hâller dışında idari eylem ve işlemlere karşı yargı yolunun kapatılabilmesi olanaklı değildir.

‘MAHKEME KARARINA UYMAMA SÜREKLİLİK ARZEDERSE MOBBİNG SUÇU DA GÜNDEME GELEBİLİR’

Mahkeme kararını uygulamamak suretiyle oluşan davranış görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu gibi süreklilik arz etmesi halinde mobbing (eziyet etme suçu) da gündeme gelebilecektir. 

Anayasa Mahkemesi 2014/7998 sayılı kararında mobbinge ilişkin detaylı açıklama ve tespitlere yer verilmektedir. Kararda  "Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı" kenar başlıklı Anayasa'nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarına vurgu yapıldıktan sonra  "İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür." şeklindeki 125. Maddesine değinilmiş, devamında "Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmekte olup söz konusu düzenleme, Sözleşme'nin 8. maddesinde düzenlenen özel hayata saygı hakkı kapsamında güvence altına alınan fiziksel ve zihinsel bütünlüğün korunması hakkına karşılık gelmektedir" cümlesine yer verilmiştir.

Kararın devamında Yüksek Mahkeme;

 ‘Sistemli ve kasıtlı olarak haksız şekilde gerçekleştirildiği iddia edilen eylem, işlem ve ihmallerin psikolojik taciz olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğine yönelik olarak yapılacak incelemede olayın tüm tarafları ile doğrudan temas hâlinde bulunan derece mahkemelerinin olayın koşullarını değerlendirmek açısından daha avantajlı konumda bulunduğu tartışmasızdır.’

‘ETKİLİ ÖNLEMLER HIZLA ALINMALI’

 Kamusal makamlar, psikolojik taciz oluşturan durumları tespitle yetinmemeli; bu tür davranışların oluşmaması ya da telafi edilmesi amacıyla etkili önlemleri hızla almalıdır. 

Somut olayda da söz konusu eylem ve işlemlerin başvurucunun yaşamına etkisi bakımından çekilmez bir ağırlık ve yoğunluk derecesine ulaştığı tespit edilmesine rağmen idare tarafından zamanında etkili önlemlerin alınmaması nedeniyle idareye atfedilecek bir hizmet kusurunun bulunduğu ve bu bağlamda başvurucunun zararlarının giderilmesi gerektiği açıktır." şeklindeki  tespit ve gerekçeler ile tazminat davasını reddeden Erzurum 1. İdare Mahkemesi kararının Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkını ihlal ettiği sonucuna varmıştır. 

‘MAHKEME KARARLARININ UYGULANMAMASI HUKUKİ HATA OLARAK NİTELENDİRİLEMEZ’

 Öte yandan, Anayasanın 129. maddesinin 5. fıkrasında; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabileceği şeklinde emredici bir kurala yer verildiği, Anayasanın sözü edilen maddesindeki ‘kendilerine rücu edilmek kaydıyla’ ibaresinin; kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar nedeniyle idare aleyhine açılan davalarda tazminata hükmedilmesi halinde idarenin ödemek zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak ilgili kamu görevlisinden tahsil etmeyi ifade ettiğinde kuşkuya yer bulunmadığı yargısal içtihatlar ile kabul edilmektedir. Mahkeme kararının uygulanmadığı hallerin kasta dayalı olmayan hukuki hata olarak nitelendirilmesine olanak bulunmadığından  hükmedilen tazminatı ödeyecek olan idarenin, olayda kişisel kusuru ve sorumluluğu saptanacak kişilere yasal yollar çerçevesinde rücu etmesinin Anayasadan kaynaklanan bir zorunluluk olduğunu hatırlatmak isteriz.”

Yaptığı açıklamanın sonunda Avukat Turgut Selçuk, mahkeme kararının uygulanmamasının görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğunu hatırlatarak, bu tutumun süreklilik oluşturması halinde ise mobbing (eziyet etme) suçunun da gündeme gelebileceğini hatırlatarak, “Öte yandan, kasta dayalı olmayan hukuki hata olarak nitelendirilemeyeceğinden idare aleyhine ve kişiler aleyhine tazminat davası açılabileceği gibi idare aleyhine açılan tazminat davasının kişilere rücu edilmesinin sağlanması da mümkündür” değerlendirmesinde bulundu.

MAHKEME KARARINI UYGULAMAMADA FARKLI KILIFLAR

MURAT ATABAY EĞİTİM SEN VAN ŞUBE BAŞKANI

Özellikle 2016 yılı sonrası işten çıkartılanlar veya KHK ile işlerine son verilenlerin karşı karşıya kaldıkları durum, hukuki açıdan özel olarak ele alınmayı gerektirmektedir. Mahkemelerin vermiş olduğu birçok karar, yerel uygulayıcılar tarafından çoğu kez görülmemektedir. Mahkeme kararı ile işine dönmek isteyen kişiyi tekrardan işe başlatmayı suç işlemekle eşit tutan yerel uygulayıcılar, kararı görmezden gelmekteler.

Son zamanlarda işe iade kararı alanlar işe iade ediliyor, ancak uygulamada kimi farklılıklarla yada ayrımcılıkla karşı karşıya kalabilmekteler.

Eğitim Sen Van Şube Başkanı Murat Atabay, üyelerinden ihraç edilip de OHAL Komisyonundan veya mahkeme kararı ile işine dönenlerin işlerine başladıklarını belirtirken, fiiliyatta mahkeme kararının gereğini yerine getirmeyen kimi uygulamalar ile karşı karşıya kalınabildiğini kaydederek, “işlerine iade edilen arkadaşlarımız, yeniden güvenlik soruşturmasına tabi tutuluyorlar. Oysa bu arkadaşlarımız öncesinden işlerinin başlarında olan arkadaşlarımızdır. Kimi iddialar gerekçe gösterilerek KHK ile ihraç edildiler. Yapılan itiraz sonucunda ya OHAL Komisyonundan veya mahkemelerden suçsuz olduklarına kanaat getirilerek işlerine iade edilmesi kararı veriliyor. Yerel yöneticilerin tekrardan güvenlik soruşturması talep etmesi, bu kararın bir biçimiyle tanınmaması anlamına gelebiliyorken, diğer yanıyla arkadaşımızın mağduriyetinin devam etmesi demektir. Bu ciddi bir hukuksuzluktur” dedi.

‘KHK’LARIN KENDİSİ BAŞTAN SONA HUKUKSUZ BİR UYGULAMADIR’

KHK’ların kendisinin de baştan sona hukuksuz bir uygulama olduğuna dikkat çeken Atabay, “çok sayıda arkadaşımızın işleri ellerinden alındı. İşleri ellerinden alınan çok sayıda arkadaşımız yaşamını yitirdi. Bu anlamda KHK’ların yarattığı mağduriyetlerin haddi hesabı yoktur. Buna rağmen yerel uygulayıcıların daha başka mağduriyetler yaratması kabul edilebilecek bir durum değildir” dedi. Herkesi verilen kararlara saygı duymaya davet eden Atabay, “yaratılan mağduriyetlere başka mağduriyetler eklemek kimseye bir fayda sağlamayacaktır” ifadelerini kullandı.

MAHKEME GÖREVE İADE KARARI VERDİ REKTÖRLÜK KARARI UYGULAMIYOR

Sürekli olarak gündemde bulunan Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinden Prof. Taner Bilgiç de yerel uygulayıcıların mağdurlarından. Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü'nün verdiği kararla üç ay süreyle görevden uzaklaştırılan Prof. Dr. Taner Bilgiç hakkında verilen 'göreve iade' kararı rektörlük tarafından uygulanmıyor.

Bilgiç’in göreve iade edilmesi için imza kampanyası başlatıldı. Kampanyaya destek veren Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri ve mezunları ile Türkiye ve dünya genelindeki akademisyenler, Prof. Dr. Bilgiç hakkında verilen görevden uzaklaştırma ve kampüse alınmama kararlarının geri çekilmesini talep etti.

‘GİT MAHKEMEYE VER PARAN NEYSE VERİRİZ’

M. REŞAT YILMAZ KÖŞK ALABALIK TESİSLERİ SAHİBİ

Van’ın Gürpınar İlçesinde doğal alabalık tesisi açan Mehmet Reşat Yılmaz, uzun uğraşlar sonucunda gerekli ruhsatları alır. İlgili kurumlardan gerekli belgeleri alan ve balık üretim çiftliği için de DSİ ile sözleşme yapan Yılmaz, “ailemin tüm birikimlerini balık üretim çiftliğine yatırdım. Burada inşa ettiğimiz balık üretim çiftliği, yarı yarıya doğal balık üretimini gerçekleştirmektedir. Balıklarımızı sadece Van’a değil, başka şehirlerde bulunan çok sayıda esnafa satmaktayız. Yaptığımız anlaşmalar gereği, vermemiz gereken balık miktarları bulunmaktadır. Ancak tüm anlaşmalarımız ve evraklarımıza rağmen bir gün Van Su ve Kanalizasyon İdaresi(VASKİ) suyumuzu kesti. Suyumuzun kesilmesi sonucunda çok sayıda balığımız öldü. Ölen balıklarımızdan önemli bir kısmı anaç balıklardı. Büyük bir maddi kayba uğradık. Yaptığımız itirazlar sonucunda, su bırakıldı, ancak almamız gereken suyun çok az bir miktarını vermeye başladılar. Bu da balık üretimimiz için yeterli değil. Vali bey ile de görüştük, ilgileneceğini söyledi. Sonrasında VASKİ Genel Müdürü bizi ziyaret etti. Tesislerimizde incelemelerde bulundu. Kendisine derdimizi anlattık. Evraklarımızı bir bir gösterdim. Zaten 2031 yılına kadar da sözleşmemiz bulunmaktadır. Bize günlük olarak vermesi gereken su miktarı da sözleşmede bellidir” dedi. Yılmaz, “ben kendisine, ‘anlaşmadaki su miktarının tamamını veremiyorsanız da en azından yarısını verin, biz buna da razıyız’ dedim, kendisi haklı olduğumu, ancak koca kenti susuz bırakamayacağını söyleyerek, ‘git mahkemeye ver, paran neyse veririz’ dedi. İyi de biz buraya her şeyimizi verdik” ifadelerini kullandı.

Su isale hattında gerekli bakımın uzun zamandır yapılmadığına da dikkat çeken Yılmaz, “zamanında gerekli bakımlar yapılırsa, su her kese yetecektir, ancak bunlar kolay yola başvuruyor ve suyumuzu keserek balıklarımızın ölmesine ve binbir emek ile kurduğumuz balık çiftliğimizin yok olmasına sebep oluyorlar. Mahkemede davayı kazanıp kazanmamak, para alıp almamak tek mesele değil ki, burası bizim ekmek teknemiz. Ailemizin geleceği yok edilme ile karşı karşıya bırakılıyor” şeklinde konuştu.

‘BİLİRKİŞİ RAPORU VE MAHKEME KARARINI BİR ÇIRPIDA BOŞA ÇIKARTIYORLAR’

ALİ KALÇIK VAN ÇEVDER BAŞKANI

Yaklaşık 20 yıldır Van’da çevre mücadelesi veren Van ÇEVDER’in kurucu başkanı Ali Kalçık da yerel yöneticilerin mahkeme kararlarını uygulamamalarından dertli. Bulundukları coğrafyada bilinen kimi sebeplerden dolayı ciddi çevresel sorunlar ile karşı karşıya kaldıklarını belirten Kalçık, iğne ile kuyu kazarcasına, karşı karşıya bulunduğumuz ciddi düzeydeki çevresel sorunlar ile mücadele ettiklerini söyledi. Kalçık, “gelecek nesillere iyi bir çevre bırakma gayreti sergiliyoruz. Çevrenin görmezden gelindiği, güvenlik bahanesi ile çevresel mücadelenin bile suç sayıldığı bir coğrafyada yaşıyoruz. Öte taraftan kimi değerlerimiz de ranta kurban ediliyor. Bunlardan bir tanesi de Van Gölü’dür. Van Gölü, sadece bilgemizin değil, insanlığın mirasıdır ve bizim bunu korumamız gerekiyor. Bunun gibi çok sayıda değerlerimiz var ve maalesef bu değerlerimize çok hoyratça yaklaşılıyor. Tüm bu zorluklara rağmen yasalara aykırı bulduğumuz kimi durumlara ilişkin mahkemenin yolunu tutuyoruz. Mahkeme bizi haklı buluyor, ancak yerel yöneticiler ve yüklenici firma, hemen farklı bir yöneteme başvurarak mahkemeyi boşa düşürüyor” dedi.

‘MAHKEME HARÇLARI ÇOK YÜKSEK İKİNCİ KEZ DAVA AÇMAK BİZLERİ OLDUKÇA ZSORLUYOR’

Van ÇEVDER Başkanı Kalçık şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye’de mahkemelerin içinde bulunduğu durum bilinmektedir. Hakimlerin, savcıların güdümlü çalışması, hele hele çevresel konularda son derece ilgisiz olmaları nedeniyle çok ciddi sorunlar yaşanıyor. Davaların açılması, bu davaların sonuçlanması bir yana dava açabilmek için alınan harçlar çok ciddi derecede insanları zor sokuyor. Bilindiği üzere Türkiye’de çevre mücadelesi veren bütün yapılar, bunu gönüllülük temelinde yapıyor. Aslında önceleri, kamu yararı adına mahkemelerde harç bedeli alınmıyordu. Şimdilerde çok ciddi ücretler alınıyor. Örneği; Van Gölü için adeta ölüm fermanı niteliğinde olan, ‘Sürdürülebilir Kontrollü Kullanım Alanı’ kararı için dava açmak için bizden 32 bin TL’nin üzerinde harç parası istendi. Gönüllü çalışan insanların bu parayı bulmaları oldukça zor. Böylesi sorunlarımız var. Aynı şekilde Zilan Deresi üzerinde yapılmak istenen HES için dava açmak istedik. Bilinmektedir Zilan, bölge insanı için çok büyük öneme sahip bir yer. Yakın zamanda orada gerçekleştirilen katliamda onbinlerce insan yaşamını yitirdi. Ayrıca Zilan Çayı,  Van Gölü’nü besleyen önemli su kaynaklarından bir tanesi. Bu bölgede koruma altına alınması gereken endemik bitki ve hayvan türleri bulunmaktadır. Kurulacak olan HES ile bölge bir kez daha katliamdan geçirilmiş olacak. Bunun önüne geçmek için dava açmak istedik, bizden ciddi paralar istendi. Bilir kişi heyetinin oluşturulması istendi. Önceki bilirkişi heyetini Yüksek Mahkeme kabul etmedi, daha yetkin, işin ehli kişilerden oluşturulması gerektiği belirtildi. Bunun üzerine Yüzüncü Yıl Üniversitesi hocalarından, kendi alanlarında yetkin ve uzman kişilerden bir heyet oluşturduk. Bu heyet belirlenen yerlerde uzun araştırma ve incelemelerde bulundular. Bu hocaların yaptıkları çalışmalar neticesinde mahkeme kararını vererek, Çevresel Etki Değerlendirmesi(ÇED) raporunun gerekli olduğuna hükmetti. Bu rapor ve karar sonrasında ilgili yerlerde üretimin durması gerekiyorken, üretim durmadı. Bunu basına da yansıttık, mahkeme kararına uyularak üretimin durdurulması gerektiğini belirttik. Ancak kimseler oralı olmadı ve üretime devam ettiler.

‘YEREL UYGULAYICILAR MAHKEME KARARINI HİÇE SAYDI’

Mahkemenin almış olduğu karara rağmen tekrardan Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğüne başvuruyorlar. Bunun sonucunda Çevre ve Şehircilik İl müdürlüğü, ‘ÇED raporu gerekli değildir’ raporunu verdi ve mahkeme kararı hiçe sayılarak üretime devam ettiler. Oysa o kadar akademisyen ve kendi alanlarında uzman olan hocaların günlerce yürüttüğü çalışmalar neticesinde mahkeme karar veriyor, ancak belki de söz konusu alanı görmeyen, kendi alanında bir uzmanlığı bulunmayan insanlar hem teknik bilirkişi heyetini hem de mahkeme kararını hiçe sayarak ‘ÇED gerekli değildir’ raporu veriyor. Bizim çok büyük emek ve fedakarlıkla açmış olduğumuz mahkeme ve çıkarttığımız bilirkişi raporunu da boşa çıkartarak üretimlerine devam ediyorlar.

Bu gibi kararlar sonucunda tüm ülke adeta köstebek yuvasına dönüştürülmüş durumda. Yaşanan ekonomik krizi aşmanın bir yolu olarak madenlere başvuruluyor. Türkiye yüzölçümünün yüzde 60’ının üzerindeki alanlarda maden çalışması yürütülmektedir. Kütahya yüzde 90’lara varılmış. Artvin, Tunceli, Hakkari, Ağrı vb. illerde yüzde 80-90’lardadır. Bu alanlarda bulunan köylüler köylerine bile gidemiyor.

Tüm bunlara rağmen bir avuç çevreci hukuki süreç başlatıyor. Mahkeme harçlarını biriktirerek dava açılıyor. Her şeye rağmen başarılı da olunuyor, ama yine de gereği yapılmıyor. Bu işlemler bir şekilde güce dayalı şekilde devam ediyor. Bunun sonucunda doğa tahrip oluyor. Havamız, suyumuz toprağımız kirletiliyor. Bu hepimizin felaketidir. Bu durum karşısında mahkemelerin bile yapabileceği bir şey kalmıyor.”

MAHKEME KARARININ HİÇE SAYILMASI YADA VANLI TAŞERON İŞÇİLER…

Türkiye kamuoyuna mal olan Vanlı Taşeron işçiler, mahkeme kararlarının nasıl tanınmadığının, içinin boşaltıldığının en bariz örneklerinden bir tanesidir. Van’da 2011 yılında yaşanan depremin ardından İŞKUR üzerinden bin 888 kişi Van Belediyesi’ne alındı. HDP yönetiminde bulunan Van Büyükşehir Belediyesi’ne 17 Kasım 2016’da kayyım atanmasının ardından 4 Aralık 2017’de çıkan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile taşerondan sürekli işçi kadrosuna geçme kararı çıktı. Çıkan kararnameyle, belediyede kadro almaya hak kazanan işçilerin, güvenlik soruşturmaları da tamamlandıktan sonra isimleri belediyenin resmi internet sitesinde yayınlandı. Yayınlanan listeye göre bin 702 kişi mülakata alındı. Dönemin Van Valisi Murat Zorluoğlu’nun kayyım olduğu o günlerde mülakata girmeye hak kazanan 440 kişi elendi. Fakat yaklaşık bir hafta sonra elenen 134 kişi mahkeme kararı olmadan işe geri alındı. Geriye kalan 306 işçi ise hukuk mücadelesi başlattı. Başlatılan hukuk mücadelesinde ilk sonuç 2019’un Şubat ayında alındı. Alınan bu ilk sonuçta mahkeme, ‘Mülakat usulsüzdür, yasa gereği kanun yerine getirilmemiştir, işçiler işe iade edilmeli’ kararını verdi.

KARAR İSTİNAFA GÖTÜRÜLDÜ, İSTİNAF DA YEREL MAHKEMENİN KARARINI ONADI

Yerel mahkemenin verdiği karar istinafa götürüldü. Erzurum Bölge İdare Mahkemesi de yerel mahkemenin verdiği kararı onamasının ardından işçiler dört kez mülakata çağrıldı. Mülakat sonuçlarının olumsuz olması nedeniyle işçiler yeniden mahkemeye başvurdu. Hem mahkeme kararlarından hem de girdikleri mülakatlardan bir türlü sonuç alamayan işçiler şimdiki Van Valisi ve Büyükşehir Belediyesi kayyımı Ozan Balcı ile bir görüşme gerçekleştirdi. Vali Balcı, işçilerin 3 Eylül’de gireceği mülakatla ilgili hukuk çerçevesinde karar vereceklerini belirtti. Fakat Balcı’nın bu sözleri üzerine mülakata giren işçiler, dördüncü kez başarısız sayıldı ve görevlerine iade edilmedi. Üstelik mülakat sonuçlarında 306 taşeron işçi başarısız sayılırken Van Büyükşehir Belediyesi bünyesinde istihdam edilmek üzere 160 yeni işçi alımı yapıldı.

‘ÇALIŞMA BAKANI MÜLAKATLARIN FORMALİTE OLACAĞINI SÖYLEDİ’

Vanlı taşeron işçiler adına konuşan Servet Arslan, mülakatların yapıldığı zaman dönemin Çalışma Bakanı’nın yaptığı açıklamaya dikkat çekerek bakanın, mülakatların formalite olacağını, mülakata giren her kesin kadroya geçmeye hak kazanmış sayılacağını belirtiği açıklamasında, “5. yılına giren süreç içinde 1. Hukuksuzluk, kayyum yaklaşımı ve ötekileştirme burada başlamıştır işte. Dönemin vali ve genel sekreteri, biz işçileri seçim malzemesi yapmış, sonrasında biri Trabzon’a biri Talas ilçesine belediye başkanı seçilmiştir. Yapılan 1. Mülakatta yaklaşım neyse, şimdiye kadar yapılan 4 mülakatta da aynı olmuştur” ifadelerini kullandı.

Girdikleri 4 mülakattan da tek bir arkadaşlarının başarılı olamadığını hatırlatan Arslan, “306 kişiden tek bir kişide mi 4 mülakat sonrası başarılı olmaz? Yaklaşımın hukuki, hakkaniyet ölçülerinde olmadığı, bireysel hırs ve hukuk tanımazlığın olduğu yerde yani Van BŞB de maalesef ki oluyor.!” dedi.

‘8 AYRI MAHKEME BİZ İŞÇİLERİ HAKLI BULMUŞUZ DEDİ’

Aslan şu değerlendirmeyi yaptı:

“Her 4 mülakattan sonra yerel ve istinaf mahkemeleri olmak üzere 8 ayrı mahkeme ‘biz işçileri haklı bulmuş mülakatlar usulsüz yapılmış diyerek lehimize yürütmeyi durdurma ve iptal kararları’ vermiştir. Buna rağmen kişisel hırs ve davranışlarla hukuksuzluk karşısında mağdur olduğumuzu da, sadece mahkemeler değil toplumun vicdanında da haklı olduğumuzu da biliyoruz. Bir tek kayyum ile yönetilen Van BŞB’de haksız görülüyoruz. Bu da zaten bize karşı yaklaşımı seriyor ortaya. Mahkeme kararlarına rağmen Van Büyükşehir belediyesi kendini hukuk üstü, mahkeme üstü görmüş ve böyle hareket ederek büyük bir hukuksuzluğa imza atmıştır.”

Geride kalan yıllarda 6 arkadaşlarının yaşamını yitirdiğini söyleyen Aslan, “Hayatını kaybeden arkadaşlarımız için, hak hukuk adalet talebimizi buradan haykırmak istiyoruz. Bolu ve İstanbul belediyesi işçileri için işleyen süreç ve adalet neden bizler için işletilmemektedir” sorusunu yöneltti.