KÖŞE YAZISI: MUHİTTİN BOTAN

AJANS65 TV - Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye siyaset tarihinin son 8 yılının önemli figürlerinden bir tanesidir. İlk çıkış dönemlerinde, o dönem AKP’nin güçlü ismi ve kurucularından olan Dengir Mir Mehmet Fırat, ardından da Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile canlı yayına çıkarak tartıştılar ve tarıtışmalar sonucunda rakiplerini alt etmesi ve üstün bir performans sergilemesi hemen her kesimde, “CHP’yi iktidara taşıyacak lider tam da bu lider” algısının oluşmasına neden oldu. Sonrasında ısrarla AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’a meydan okuması ve onu da canlı yayında tartışmaya davet etmesi karşılığını bulmasa da bu çıkışlar Kılıçdaroğlu’nun hanesine artı puan olarak yazıldı.

Fakat tahminlerin tamamı boşa çıkmıştı! Kılıçdaroğlu, girdiği hiçbir seçimde başarıyı göğüsleyemediği gibi, siyaseten de bir varlık gösteremedi. CHP’nin kemik oyu dışında, CHP’ye pek bir getirisi olmadı. CHP’de homurdanmalar, itiraz edenler seslerini yükseltmeye çalışsalar da pek bir işe yaramadı ve Kılıçdaroğlu, seçim yenilgilerine yenilerini ekledi.

Öyle ki Kılıçdaroğlu’nun tek seçim galibiyeti, CHP kurultaylarında elde ettiği tekrardan genel başkan olma galibiyeti ile sınırlı kaldı!

Son kurultayda onu da başaramadı ve itibarı tamamen sıfırlanarak siyasi hayatına noktayı koydu!

AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın en zor dönemlerinde, ülkede yoksulluk ve sefaletin tavan yaptığı bir dönem de bile en zor olanını başararak seçimi kaybetmesi, Kılıçdaroğlu’na tek bir seçenek bırakmıştı; CHP’yi kongreye götürerek koltuğunu bir başkasına devretme! Ancak tüm ısrarlara rağmen bunu yapmadı. En nihayetinde dün yapılan kongrede son seçim yenilgisini yaşadı ve siyasi hayatına tek bir siyasi başarı dahi sığdıramadan noktaladı!

Peki, Kılıçdaroğlu gibi sağcısı, solcusu, dincisi, ateisti, Kürdü, Türkü hemen hepsinde ortak olan, ısrarla koltuğu bırakmama anlayışının temelinde ne var? Onurluca görevi devretmek varken, neden illaki ezilerek gitmek tercih ediliyor?

Bana kalırsa, “Tanrı Kral” geleneğinden kalan bir anlayıştır bu! Bir koltuğa oturan, kendisini oranın “tanrı”sı olarak görür ve oraya yapışıp kalır! Buna, ölümüne iktidara sevdalanma da denilebilir! Onu o koltuktan ya ölüm, yada darbeler ancak söküp kaldırabilir! Ortadoğu bunun örnekleri ile dolup taşmaktadır.

Bakmayın öyle demokrat göründüklerine, bakmayın öyle insan haklarından falan bahsettiklerine, bakmayın milliyetçiliklerine, yurtseverliklerine, dindarlıklarına, halkçılıklarına! Burada bencilliğin alası vardır! Parti batmış, ülke yok olmuş, halk perişan olmuş umurlarında değil! Varsa yoksa koltukları! Bunu da ölümüne savunurlar!

Bu anlayışa göre, kendisi olmazsa dünya dönmeyecek, güneş doğmayacak, ülke tarumar olacak, halk sefilu perişan olacak, insanlar bir daha nefes alamayacaklar!

Oysa mezarlıklar böyle düşünen insanlarla dolup taşmaktadır! Onlar gittikten sonra kıyametler falan kapmadı, her kes doğal olarak nefes aldı, dünya döndü, güneş doğdu. İnsanlar doğal yaşantılarına devam ettiler. Hatta bunlardan birçoğu gittikten sonra insanlar daha bir rahatladı, yaşam kaliteleri yükseldi! Ülke düze çıktı!

Sonuç olarak, siyasetçi her şeyden evvel ilkeli olmalıdır! Siyasettin de siyasetçinin de oturulan koltukların da bir misyonu, bir varoluş gerekçeleri vardır. İlke, buna denk bir duruş sergilemektir. Bu yapılamıyorsa yada yapmasını englleyen tonla şey var ve o bunu aşamıyorsa, yapması gereken, çekilmektir!

Bana kalırsa onurlu insanın en temel özelliklerinden bir tanesi, gitmesi gerektiği yerde gitmesini bilmesidir!

İlke de ahlak da bunu gerektirir! Bu yapılmazsa sadece kişinin kendisi çürümekle kalmayacak, toplumun genelinde ciddi bir çürüme ve erozyona neden olacaktır!

Kayıp Kızın Annesi : Dünya artık bir hapishane, ben de içindeyim Kayıp Kızın Annesi : Dünya artık bir hapishane, ben de içindeyim
Editör: İdris YILMAZ