Van

İdris Yılmaz Yazdı: Cumhuriyet’in 100. Yılında Kürt Meselesi, Türkiye Cumhuriyeti Tarihinde Türk-Kürt İlişkisi

Abone Ol

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana yaşanan ulusal kimlik inşası, toplumun bazı kesimlerinde derin gerilimler yaratmıştır. Özellikle, Kürt topluluğu bu süreçte önemli bir merkezde yer almaktadır. Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye ve Kürtler arasındaki ilişki, zaman zaman işbirliği ve uyum içinde, çoğu zaman ise çatışma ve anlaşmazlıkla karakterize edilmiştir. Fakat şöyle bir gerçeklik vardır ki: Kürtler barışın sağlanması için en ağır bedeli veren taraf olmuştur. Ancak buna rağmen istenilen barış sağlanılamamıştır.

AJANS65 TV İDRİS YILMAZ

Kürtler ve Cumhuriyetin İlk Yılları: İş birliği ve Gerilimler

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu, farklı etnik ve kültürel toplulukların bir araya gelmesiyle bir ulusal kimlik inşa sürecini başlatmıştır. Bu süreçte, Kürt toplumu ile devlet arasındaki ilişkiler, işbirliği ve çatışma dinamikleriyle doludur. Ulusal birliği güçlendirmek amacıyla yapılan çabalar, zaman zaman Kürtlerin kültürel ve politik talepleriyle çatışma haline gelmiştir. Kürtler, bu süreçte hem kendi haklarını korumak hem de ulusal birliğe katkıda bulunmak için çeşitli siyasi ve toplumsal girişimlerde bulunmuşlardır.

 Atatürk ve Kürt Politikası: Vaatler ve Gerçekleşmeler

Atatürk'ün Kürt politikası, dönemin siyasi ve toplumsal şartları göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir. Atatürk'ün, Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında Kürtlerle ilgili yaptığı açıklamalar ve verdiği vaatler, birlik ve beraberliği pekiştirmeyi amaçlasa da sonrasında farklı cereyan etmiştir. Ancak bu sözlerin pratikteki uygulamaları, çeşitli nedenlerle beklenen düzeyde gerçekleşemedi. Erzurum Antlaşması ve Ankara Antlaşması gibi dönemin önemli antlaşmalarında Kürtlere tanınan haklar, siyasi gelişmeler ve iç çatışmalar neticesinde geri alınmıştır. Bu durum, dönemin siyasi gerçekleri ve devletin merkeziyetçi politikaları ile bağlantılı olması kuşkusuz bir gerçektir.

Lozan ve Kürt Meselesi: Tanınma ve Haklar

24 Temmuz 1923 tarihinde gerçekleşen Lozan Antlaşması Kürtlerin varlığını ve ulusal kimliğini görmemezlikten gelse de Türkiye’nin azınlıklara tanıdığı hakların Kürtlere de uygulanacağına dair ifadeler bulunmaktadır. Anlaşma’nın 39’uncu maddesine göre, Türkiye’de yaşayan herkesin, Türkçe dışında başka bir dilde konuşma, yazma, okuma, dinleme, ticaret yapma, ibadet etme, basın yayın faaliyetlerinde bulunma veya toplantı düzenleme gibi hakları vardır. Bu haklar, Türkiye’nin imzaladığı bir uluslararası antlaşma ile güvence altına alınmıştır. Ancak, bu metinde belirtildiği gibi, Türkiye bu maddeyi uygulamamış, aksine Kürtçe ve diğer azınlık dillerini yasaklamış, baskı altına almış ve asimilasyona maruz bırakmıştır. Bu da Türkiye’nin Lozan Anlaşması’nı ihlal ettiği ve Kürt halkının dil haklarını tanımadığı anlamına gelmektedir.

 Türk-Kürt İlişkilerinin Değerlendirilmesi

Türk-Kürt ilişkilerinin tarihsel incelemesi, karmaşık ve çoğu zaman çelişkili bir tablo ortaya koymaktadır. İlk yıllardaki iş birliği umutları, zaman içinde gerilimlere ve çatışmalara dönüşmüştür. Bu durum, hem dönemin iç ve dış politik şartlarına hem de etnik ve kültürel çeşitliliğin yönetimiyle ilgili zorluklara işaret etmektedir. Atatürk dönemi politikalarının, Kürt sorununun çözümüne yönelik yapıcı adımlar içerdiği ancak bunların tam anlamıyla uygulanamadığı görülmektedir. Bu tarihsel inceleme, Türkiye Cumhuriyeti'nin etnik ve kültürel çeşitliliği yönetme biçiminin, bugün de devam eden politik ve toplumsal sorunların anlaşılması açısından kritik bir öneme sahiptir.

Erken Cumhuriyet Döneminin Uluslaşma Süreci (1923-1940):

Erken Cumhuriyet döneminde Türkiye, ulus inşası faaliyetlerine odaklanmış, buna paralel olarak bir ulusal kimlik oluşturma gayreti içine girmiştir. Bu süreçte, Kürtlerin kendi kimliğini, kültürünü ve dilini sergilemeleri üzerinde birtakım kısıtlamalar ortaya çıkmıştır. Bu dönemin sembolik direnişlerinden Şeyh Said direnişi, merkezi yönetim ile Kürtler arasında yaşanan gerilimlerin yansımasıdır. Bu direniş kanlı bir biçimde bastırılmış binlerce masum sivil Kürt halkı katledilmiştir.

Tek Parti Döneminde Kürt Kimliği (1940-1950):

1940'lar boyunca devam eden tek parti yönetimi altında, Kürtler üzerindeki kimliksel ve kültürel baskılar sürmüştür. Bu dönem, dil ve eğitim politikalarında ufak değişikliklere sahne olurken, sosyal ve ekonomik reformlar da gündeme gelmiştir. Resmi kaynaklara göre sadece Van’ın Erciş ilçesinde buluna Gelyê Zîlan’da 15 bin kürdün katledildiği bilgisine yer verilmiştir.

Çok Partili Dönem ve 1980 Sonrasının Kürt Sorunu:

Çok partili dönemin başlaması, Kürt meselesini daha da karmaşıklaştırmıştır. 1980 darbesi sonrası PKK'nin sahneye çıkması, Türkiye ve Kürt toplumu arasında yeni bir dinamik başlatmıştır. Bu dönem, sürekli çatışmaların gölgesinde hem iç hem de dış politika açısından Türkiye için dönüm noktalarından biri olmuştur. Devlet, Kürt halkı üzerinde uyguladığı katı politikalarla (Yasaklar, asimilasyon, ekonomik ambargo, güvenlik güçlerinin uyguladığı şiddet, vb.) PKK’nin her geçen gün güçlenmesi için önemli bir fırsat sunmuştur. Yaşanan bu gelişmelerin minvalinde PKK ile devlet arasındaki çatışmalar artarak devam etmiştir. Elbette bu savaşın ağır bedelini yine sivil Kürt halkı ödemiştir. 3 binden fazla köy boşaltılmış ve yakılmıştır. On binlerce insan yaşamını yitirmiştir.

Özal Döneminin Yenilikçi Kürt Politikası

1993'te, Türkiye'nin Kürt sorununa yaklaşımı değişmeye başlamıştır. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, PKK lideri Abdullah Öcalan ile gizli görüşmelere başlamış ve bu süreç, Kürt haklarının genişletilmesi yönünde bir ivme kazanmıştır. Ancak bu süreç Özal'ın gizemli bir şekilde ölümüne yol açmıştır. Yaşanan bu gelişme konuya odaklı olumlu süreci yavaşlatmış ve Şemdinli olayı gibi dışsal faktörler de süreci etkilemiştir.

AKP ve Kürt Sorununa Yenilikçi Yaklaşım

2009'da AK Parti, “demokratik açılım” adı altında, PKK ile doğrudan olmasa da dolaylı müzakere kanallarını araştırmıştır. Bu süreçte ele alınan meseleler; PKK gerillalarının sınırdaşına çıkarılması, Kürtlerin siyasal ve kültürel haklarının genişletilmesi ve terörle mücadele yasalarının gözden geçirilmesiydi. Özellikle Gülen Cemaati eksenli yaşanan gelişmeler, yapılan KCK operasyonları ile gözaltı ve tutuklama furyasının başlatılması, Roboski katliamı ve sonrasında 2011'de PKK'nin artan eylemleri ve devletin buna karşılık olarak güçlü güvenlik tedbirleri, olumlu süreci olumsuz etkilemiştir.

Çözüm Süreci: Yeni Müzakere Fırsatları

2012'de, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın Abdullah Öcalan ile gerçekleştirdiği görüşmeler, "çözüm süreci" olarak tanımlanmıştır. Bu sürecin ana teması, PKK'nin silahsızlanması, anayasa reformu ve Kürt sorununa demokratik bir çözüm bulunmasıydı. Ancak, bu süreçte sabote edilerek meselenin çözümsüzlüğünü geliştirdi. Kürtlere yönelik sert politikalar yeniden devreye girdi.

Çözüm Sürecinin Çöküşü ve Sonuçları: Yeniden Tırmanan Şiddet ve Derinleşen Yaralar

Çözüm Sürecinin Kesintiye Uğraması

2015 yılı, Türkiye'nin Kürt sorununa dair umut veren 'çözüm sürecinin' sonunu işaret etti. Suruç saldırısı ve sonrasında yaşanan gelişmeler bu önemli sürecin de heba olmasını beraberinde getirdi. Belki de çözüme en fazla yaklaşılan bu süreç, çok olmamakla birlikte iç ve dıştan yapılan müdahalelerle süreç çok daha kanlı bir hal aldı.

İnsani ve Sosyal Sonuçlar

Çatışmaların yoğunlaşması, hem Kürt hem de Türk toplumları üzerinde derin yaralar açtı. Yaklaşık 5 bin insan yaşamını yitirdi; binlerce kişi yaralanmalar, göçler ve evsiz kalmalarla yüz yüze kaldı. Bu dönem, çatışma bölgelerinde yaşayan insanlar için acı ve kayıp dolu bir dönem oldu.

Siyasi ve İdari Baskılar

Siyasi alanda da bu çatışma dönemi, Kürt siyasi hareketine yönelik baskıların artışını gördü. Kürt siyasi partilerine, belediyelere yönelik baskılar arttı; birçok belediye başkanı görevden alındı, yerlerine kayyım atamaları yapıldı. Kürt siyasetçilerin tutuklanmaları, yargılanmaları bu dönemin öne çıkan olaylarından biri haline geldi.

Kültürel ve Sosyal Hakların Kısıtlanması

Ayrıca, Kürtlerin kültürel ve sosyal haklarına yönelik kısıtlamalar da artış gösterdi. Kürt dili, kültürü ve sosyal faaliyetler üzerindeki baskılar yoğunlaştı. İfade, örgütlenme ve toplanma haklarına getirilen kısıtlamalar, sosyal gerilimlerin ve ayrımcılığın artmasına neden oldu.

Toplumsal Nefret ve Ayrımcılık

Türkiye’nin batı bölgelerinde yaşayan Kürt vatandaşlara yönelik ayrımcılık ve nefret suçları, bu dönemde belirgin bir şekilde arttı. Kürt esnaf ve iş yerlerine yönelik saldırılar, sosyal ayrışmanın ve kutuplaşmanın acı bir tezahürü olarak karşımıza çıktı.

Çözüm sürecinin çöküşü, Türkiye'nin Kürt meselesindeki zorlukların ve karmaşanın sadece bir yansımasıdır. Bu sürecin sonlanması, sadece siyasi bir başarısızlık değil, aynı zamanda insan hakları, sosyal adalet ve kültürel özgürlükler açısından büyük bir gerilemeyi de beraberinde getirmiştir. Bu dönem, Türkiye'nin iç barışına ve toplumsal bütünlüğüne dair önemli soruları gündeme getirmekte ve geleceğe dair daha inklüzif ve barışçıl bir yolun önemini vurgulamaktadır.

Sonuç:

Türkiye'nin Kürt meselesi, yerel ve uluslararası dinamiklerle şekillenmiş ve tarih boyunca hem gerilimler hem de iş birliği ve anlayış arayışları yaşanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan itibaren başlayan ulusal kimlik inşası süreci, özellikle Kürtler için zorluklar ve mücadeleler getirmiş; kendi kimliklerinin tanınması ve haklarının korunması için çabalamışlardır. Ancak, Türkiye'de istenen barışçıl ortamın oluşması, iç ve dış dinamiklerin karmaşıklığı sebebiyle güç olmuştur. Bu nedenle Türkiye ve Kürtler arasındaki meselede, karşılıklı anlayış ve diyalogla sürdürülebilir bir çözüm bulunması önem taşımaktadır. Gazetecilik mesleğim boyunca çatışmaların yarattığı tahribatlara ve toplumsal acılara tanık oldum; en büyük mağduriyetin yoksul insanlar, anneler ve çocuklar tarafından yaşandığını gördüm. Bu sebeple, Cumhuriyetin 100. yılında Türkiye'de halkların barış içinde yaşaması en büyük dileğim ve temennimdir.